Kim, niçin rahatsız oldu?

Kenan Paşa'nın, "Kürtlere kardeş muamelesi yapmalıyız; aynı haklar tanınırsa niye ayrılmaya kalksınlar?.. Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) Parlamento'ya girmesi uzun vadede yarar getirir. Ortam yumuşar" sözlerinin mürekkebi kurumadan DTP Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk'un, ''Öcalan'a kimyasal ve radyoaktif bir saldırı var ise bunun sonuçlarının hiç kimsenin hesap edemeyeceği kadar ağır olacağı''nı ileri süren sözler söylemesi ve hemen ardından, "Sözlerimin bir tehditmiş gibi algılanması ve kamuoyuna böyle sunulması beni derinden üzmüştür" çıkışında bulunması çok düşündürücüdür.

Türk-Kürt kardeşliğinin yükselmesi, bu meyanda DTP'nin TC Anayasası'nın koyduğu temel prensiplere saygılı bir parti olarak sistemin içinde yer alması, gerilimin azalması, tansiyonun düşmesi, geçirmekte olduğumuz şu sıradışı günlerde pek de arzu edilir bir şey gibi görünmüyor galiba. Kenan Paşa'nın sözleri, -eyâletler faslına katılmasam da- bu istikamette müsbet bir tesir yaptı ama, Aysel Tuğluk'un -gayet haklı olarak- tehdit niteliğinde anlaşılan sözleri gerilimi yeniden tırmandırmaktan başka bir işe yaramadı. Hele aynı hanımın "sözlerim yanlış anlaşıldı" mealindeki açıklamasında sarfettiği, ''Kürt sorunu ve bunun barışçıl çözümü partimizin öncelikleri arasındadır. Abdullah Öcalan'ın da bu sorunun bir parçası olduğuna inanıyorum'' sözleri kamuoyunda ister istemez "özrü kabahatinden büyük" tarzında anlaşılacaktır. Her iki beyanından ötürü Aysel Tuğluk'un samimi bir üzüntü duyduğuna inanmak isterdim. Türkiye'de hangi sözün ne anlama geldiğini bilemeyecek bir siyasetçi düşünülemez; DTP, bu çıkışlarıyla belli ki kendi seçmen kitlesini diri tutmak istiyor.

En mutedil, en apolitik vatandaş dahi, "Öcalan, Kürt sorununun bir parçasıdır" yaklaşımından rahatsızlık ve ezâ duyar. Sözü edilen kişi, Türkiye'de hiçbir mahkûma tanınmayan ayrıcalıklarla, sadece kendisi için tahsis edilen bir hapishanede cezasını çekiyor. Yargılanması dünya kamuoyunun önünde gerçekleştirildi. Her vesileyle Türkiye'ye sarı kart göstermekten haz duyan AB yargısı bile yeniden yargılanmasına gerek olmadığını belirtti; üstelik bu dava sebebiyle Türkiye alelacele ceza hukukundan idam cezasını kaldırarak manidar bir jest gösterdi. Böyle bir figürü, yeniden Kürt meselesinin orta yerine koymanın anlamı -gerginliği tırmandırmaktan başka- nedir öyleyse?

Kenan Paşamız, "aynı haklar tanınırsa niye ayrılmaya kalksınlar? DTP Meclis'e girerse ortam yumuşar, kardeşlik olur" diyor. Bu sözün doğru ve isabetli olduğunu varsayalım ve şu "aynı haklar" kavramını inceleyelim: Sıradan bir partiye tanındığı halde DTP'den ısrarla esirgenen bir hak hatırlamaya çalışıyorum. Var mı? Evet, DTP çizgisindeki partiler daha önce kapatıldı, ama kapatılmak bahsinde DTP çizgisinden öte başka partiler de vardı. Hoş değil ama gerçek bu. Keşke rejim parti kapatmak konusunda daha esnek davranabilse ve herkes eteğindeki taşı dökse...

Ben DTP'yi suçlamayacağım; bu işi yapacak başka merciler mevcut zaten ama DTP'nin yapabileceği halde şimdiye kadar pek yanaşmadığı şeylerden söz etmek daha doğru olacak. Bu partinin Kürt vatandaşlar üzerinde belirgin bir nüfuzu, temsil kabiliyeti var. Bu nüfuz, sistemin aksi ve mağdur figürü olmak yerine sistemle uzlaşmak, Türkiye'de siyasetin reelpolitiğine, anayasal çerçevesinde yaklaşmak, daha yapıcı ve olumlu bir dil kullanarak tansiyonu düşürmek yolunda kullanılamaz mı? Pekâlâ kullanılabilir; üstelik bu durumda DTP'nin seçmen kitlesi de genişler, toplumsal zemininde daha iyi kökleşir.

Soru şu; böyle bir yaklaşım hangi çevrelerin işine gelmiyor olmalı ki, DTP hâlâ özür diler gibi yaparak Öcalan'ı Kürt meselesinin orta yerine koyuyor?

Kardeşliğin yükselmesinden, tansiyonun düşmesinden kimin ödü kopuyor; meselenin özünde işte bu sual var!


Kaynak (Arşiv)