Kıbrıs'ın tarihi, biraz da Denktaş'ın tarihidir!
Önce bir KKTC fotoğrafı alalım: Kıbrıslı Türkler, kendi hükümetlerinden ve devlet başkanlarından memnun değiller; kandırılmış ve gaza getirilmiş bile olsalar, geleceklerini güneyle birleşmiş ve AB ile bütünleşmiş bir Kıbrıs kompozisyonunda görüyorlar;
buna mukabil Kıbrıslı Türklerin devleti, halkın "gaflet ve delalet" içinde bulunduğu inancında. KKTC Yönetimi'ne göre Kıbrıs Türkleri kendi devletine güven duymalı ve sabırla bekleyerek resmi politikaları desteklemeli.
Rauf Denktaş, Kıbrıs Türkleri'nin kendi aralarından çıkarabileceği en tecrübeli devlet adamı ama bugünlerde daha farklı bir niteliği ile ön plana çıkıyor: Kıbrıs konusunda Türk tezini savunabilecek en iyi "Müzakereci". 28 Şubat görüşmelerine kırk gün kala böyle nitelikli ve tecrübeli bir müzakerecinin elini zayıflatacak kalabalık gösteriler yapmak, hakikaten pek akıllıca bir davranış gibi görünmüyor. Buna mukabil Denktaş'ın müzakereciliği, Kıbrıs'ta 1974'te kazanılmış mevziilerde tutunma başarısından ötede diplomatik bir başarıyla taçlanmadı; bu bilgi galiba Kıbrıs Türklerini, "yine treni kaçıracağız ve Denktaş yine yükünü yüceye yığarak çözümsüzlük çözümünü savunacak" noktasında karamsarlığa itiyor olmalı.
Meseleye daha tepeden ve soğukkanlı bakmayı deneyelim: Ada'da toplumunun yaptıklarını ve eğilimlerini ayıplayan bir devletle, devletine güven beslemediği açıkça belli bir toplum var. Ee, ne olacak şimdi?
KKTC'nin büyük oranda küçük bir Türkiye olduğu gerçeğinin altını çizelim: Ada'daki KKTC nüfusunun demografik profilini bile biz tayin ettik; adaya kamu yönetimi anlayışımızı ihrâc ettik ve nihai planda KKTC'nin bütçesini, kendi bütçemizin bir masraf kalemi haline getirerek problemi halı altına süpürmeyi tercih ettik. Bu yüzdendir ki, "bu Kıbrıslıların çoğunda milli duygu pek zayıf galiba canım" diyebilecek noktada değiliz.
Artık kabul etmeliyiz ki Kıbrıs'ta cereyan eden buhran, esasen bizim siyasi bünyemizin ürettiği "devlet merkezli milliyetçilik"in, "toplum merkezli milliyetçilik"le çatışmasından doğan bir tezahürdür. Devlet merkezli milliyetçilik, icabında pire için toplum yakmak icab ettiğinde tereddüd geçirmez. Devletin milliyetçiliği, topluma ve millete rağmen milliyetçiliktir ve "milliyetçilik" kavramının, birbirine son derece zıt iki olguyu müştereken nitelemesi, akıl almaz bir zihin karışıklığı doğurmuştur (bkz: Ülkücü"milliyetçi siyasi hareketin son kırk yılı). Ne var ki Kıbrıs'ın Türkiye'ye göre hayli minyatür bir model kalması, burada lâyıkıyla anlaşılmayan olguların, orada daha berrak bir teorik açıklık kazanmasına sebep oldu. Türkiye'de devlet merkezli milliyetçiliğin, toplum merkezli milliyetçilik kavrayışını içten ve dıştan kuşatması yüzünden belirginleşemeyen gerginlik, Kıbrıs'ta olanca çıplaklığı ile görünür haldedir. Nitekim Denktaş, kendisi üzerinde yoğunlaşan toplumsal muhalefeti sol tandanslı göstermekle, Türkiye'ye mahsus zihin bulanıklığından istifade etmek istiyor. Tesbitinde şüphesiz doğrular da vardır: Türkiye'de sol, yükselme yıllarında mânâsız bir millîcilik aleyhtarlığına kapılarak kendini toplumdan uzaklaştırmayı başarmıştı; anti"Amerikancılık noktasında netleşen sol millicilik, Demirperde ülkeleri ve Marksist rejimler söz konusu olduğunda muğlaklaşıyor, üstelik "toplumu, topluma rağmen tasarlamak" noktasında Jakoben gelenekle örtüşmekten de çekinmiyorlardı. Türk solunun bugün bile hâlâ "dilde özleşme ve kurum Türkçesi" akımına sahip çıkmasında, o günlerden tevârüs eden bir tarihi yanılgı vardır. Kıbrıs'ta sol hareketin, 74 öncesinde İngiliz hayat tarzına hayranlıkla karışan garip bir terkip teşkil ettiğini az"çok biliriz. Türk üniversitelerinde okuyan Kıbrıslı gençlerle aynı amfileri paylaşırken bu ilginç ve garip terkibi fark etmiştik lâkin 74 sonrası yıllarda Kıbrıs Türk Yönetimi bu eğilimleri fiilen parçalayacak refah yükselmesini, eğitim kalitesini ve iktisadi kalkınma başarısını gösteremediği için sorumluluğun en büyük payını ister istemez üstleniyor.
Uzun sözün kısası, biraz da statükoyu meşru göstermek için karşı tarafı itham maksadıyla icat edilmiş bulunan "ver kurtul politikası" kavramı, 74 sonrası atâletine gösterilen tepki ve eleştirileri ifade etmekten uzaktır. Kıbrıs'ın geleceğini ilgilendiren bir mitingde KKTC veya Türk bayrağını eline almaktan çekinenlerin sığınabileceği bir vatan asla olmayacaktır ama bu cümlenin mazmûnuna sığınarak çözümsüzlüğün sürdürülmesi de mâzur gösterilemez. Denktaş'ı şimdi zor bir görev bekliyor; trajik bir görev: Kendi halkına rağmen kendi halkının geleceğine sahip çıkarak Kıbrıs meselesini mâkul bir çözüme götürmek. Bu zor vazifesinde ona destek olmak hepimizin boyun borcudur.
Otuz senenin rehavetini, kırk gün içinde aktiviteye dönüştürmesi elbette kolay olmayacak ama kendisi de biliyor ki, Kıbrıs'ın tarihi biraz da Denktaş'ın tarihidir.