Kıbrıs'a evet ama AB'ye hayır

Annan Planı aracılığı ile Kıbrıs meselesinde çözüm için yapıcı adımlar atılmasını, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasının önşartı gibi takdim edenleri anlamak zor değil: "Kıbrıs çözülmeden AB'ye giremezsiniz" dayatmasında bulunanların kendince hesabı vardı; AB'nin yöneticileri, bizi "havuç ve sopa" arasında bir tercihe zorlamakta kendilerince haklıdırlar ama bizim bu hesaba güvenip bel bağlamamız, hafifletilmiş tâbirle "sâfiyâne" olur.

Buraya bir mim koyalım.

Referandumdan sonra bir mucize gerçekleşip de 25 Nisan sabahından itibaren Kıbrıs'ta kurtla kuzu birlikte huzur içinde geçinmeye başlasalar bile bu tablonun Türkiye'nin AB üyeliğini kolaylaştıracağı kanaatini taşımıyorum ama "AB Ülküsü"nün, Türkiye'de sarsılmaz gibi görünen iç dinamikleri kımıldattığı da bir gerçektir. Türkler bir kere daha iç dinamiklerini ciddiye almaktan ziyade dış tesirlerle dönüşmek kurnazlığını tercih ediyorlar; bu bir kompleksin eseridir. Türklerin "muasır medeniyet seviyesi"ne illâ ki ulaşmaları gerektiği istikametindeki resmi ideoloji, kendi dinamiklerine bırakıldığında bu topluluğun illâ ki ya davulcuya ya da zurnacıya varacağı yolunda bir zımnî kabul ihtiva ediyor: Kendine güvensizliğin tipik tezahürü. Kendi varlığını hep "uygarlaştırılması gereken bir obje" gibi görmenin dayanılmaz hafifliği yüzünden Türkiye, resmi ideolojinin bükülmez muhafızlarının bile itiraza yeltenemediği bir dış dinamikle reform yapabiliyor. Aşırı ve gereksiz kullanmadan ötürü "çağdaşlaşmak" kavramı, zahiri çağdaşlık taraftarlarının kemikleşmik iktidar pozisyonlarını zayıflatan bir tesir inşa etmeye başladı. Cümle mânâ itibariyle çelişik gibi görünüyor ama değil; burası Türkiye; statükoya sımsıkı sarılanların ilerici, dindarların liberal, askerlerin sivillerden daha fazla demokratik davranabildiği bir ülke. Çelişki, bu ülkede vaka"yı âdiyedendir.

Bu yüzden AB taraftarlığı üzerinden Türkiye'de kireçlenmiş yapıları kımıldatmayı hesaplayan siyaset odaklarını eleştirmek gelmiyor içimden; kabul etmeliyiz ki AB'nin gösterdiği havuç olmasaydı, Kıbrıs meselesinin halli için bu derece yapıcı siyasetler izlenebilmesi "muhâl ihtimâl" kalırdı. AB Topluluğu'nun Kıbrıs önşartına hacet kalmaksızın dönüşebilmeyi başarmak şüphesiz daha anlamlı olurdu; bizde iç dinamiklerle harekete geçen "milli inisiyatif"in niçin bu kadar köreltildiği meselesi ayrıca düşünmeğe ve tartışmaya değer bir konudur.

Avrupa Birliği bizim değil, Avrupa'nın rüyâsı. Başkasının rüyasını bölüşmeye çalışarak mutluluk aramak, efendisinin ilacını çalıp içerek şifa bulmayı uman uşağın mantığından farksız. Değil barışçı ve yapıcı yaklaşımlar sergilemek, Kıbrıs'ın tamamını jelatinleyip Yunanistan'a versek bile AB üyeliği için şansımızın artacağına inanmıyorum. Kendi dinamikleriyle Kopenhag ve Maastricht kriterlerine vâsıl olmuş bir Türkiye'nin Avrupa Birliği de dahil, hiçbir siyasi, kültürel ve iktisadi entegrasyona iştirak için gönüllü olmasına hâcet yoktur. Kim ne derse desin, Türkiye, kendi rüyâsını görmeye ve tahakkuk ettirmeye muktedir bir bütünlüktür. Dünya üzerindeki yerimizi hep Batılı nirengilere göre tayine kalkıştığımız için nefsî itimadımız da kalmadı. Acenteciliği başkaları yapsın; biz üretkenlik üzerine kafa yorarak kendi yolumuzu tayin etmeli, gerekirse kendi yolumuzu yapmalıyız.

Kıbrıs meselesinde gösterdiğimiz yapıcı ve barışçı iradenin hayırlı sonuçlar doğurmasını kuvvetle temenni edelim ama bu tavrımızı, "havuç kokusu"ndan tahrik olduğumuza hamledenlere de tokluk görüntüsü (istiğnâ makamı) vermeyi kat'iyyen ihmâl etmeyelim.

Müstağnîlik muhatabına hürmet ve ciddiyet telkin eder; aman titizlik!


Kaynak (Arşiv)