Kıbrıs: "Adil" olmasa da kalıcı bir iç mesele!

Kıbrıs meselesinin son safhası yarım yüzyıllık kıdem kazandı; daha doğrusu elli seneden beri Kıbrıs'ta inisiyatif kullanıyoruz ve elli senede yaptıklarımız çözüme hizmet etmedi. "Tarih sürecinde elli sene nedir ki?" denilebilir, doğrudur; yine de şu yarım asırlık zamanda, -Rum tarafının dessas politika anlayışını da unutmadan- siyasi çözüm yönünde müsbet bir gelişme kaydedememiş olmamızı önemsiyorum.

Bu mesele bana, biz Türklerin dış siyaset sahnesinde siyasi çözümler üretmek konusunda kabiliyetsizliğimizin tescili gibi görünüyor. Kıbrıs meselesinde güç kullandığımız doğrudur ama gücü siyasetle birleştirerek sonuç almak noktasında üretken ve yapıcı davranmadığımızı da kabul etmeyecek miyiz?

Birkaç gün önce Başbakan R. Tayyip Erdoğan'ın Sayın Rauf Denktaş'la görüştükten sonra, "âdil ve kalıcı çözüm"den bahseden sözler sarf etmesi dikkatimi çekti; bu retorik, Rauf Denktaş'ın siyasi lügatinden alınmış bir söz olması itibariyle bende, "galiba yine çözümsüzlüğü çözüm kabul eden geleneksel Kıbrıs siyasetimizi sürdüreceğiz" intibaının doğmasına yol açtı. Öyle görünüyor ki Ankara'nın telkiniyle kurulan yeni KKTC Hükümeti ile birlikte Rauf Denktaş'ın müzakereci sıfatıyla görüşmelere iştirak etmesi, bizi "âdil ve kalıcı" çözüme yaklaştırmak yerine "biz de barış istiyoruz ama Rum tarafı yapıcı yaklaşımımızı itibare almadan meseleyi kilitliyor" yollu bahaneleri işin "çıkmaz ayın son çarşambaları"na ertelenmesine sebep olacaktır.

Kıbrıs, sadece bir dış politika problemi, milletlerarası camiayı ilgilendiren bir mesele olmaktan çıktı, "âdil" olmasa da "kalıcı" bir iç mesele halini aldı. Kıbrıs ekonomisinin merkezi bütçeden tahsis edilen fonlar yardımıyla sun'i teneffüste tutulmasından hâsıl olan iktisâdi tabloyu pek önemsemiyorum da, Kuzey Kıbrıs'taki Türk topraklarında a'dan z'ye kendi ellerimizle kurduğumuz kamu düzeninin lâçka görüntüsü, etrafa yayılan yolsuzluk ve yağma söylentileri moralimi bozuyor. Tarihte çok devlet kurmakla övünen hamasî tabiatımız, Kıbrıs örneğinde örselenmekten kurtulamıyor. Bugüne varana değin Kıbrıs'ta hep doğruları yapan taraf olduğumuz halde çözümsüzlüğü kışkırtmakla itham edilseydik durum daha başka türlü olurdu. Elli yıllık süreçte diplomatik hatalar, Kıbrıs'ta, en azından Türkleri mutlu eden bir kamu yönetimi inşa edememek zaafiyeti ile karışarak vuzuhtan mahrum bir bulamaç haline geldi.

Mâkul bir süre öncesine kadar Kıbrıs meselesi bir "dâvâ" idi; bugün bana bir dâvâ olmaktan çok bir "sektör" gibi görünmeye başladı; bir sektör olarak kabul etsek bile başarısızlığımız âşikâr! XV. asır başlarında Portekizli tâcirlerin önderliğinde kurulan Doğu Hindistan Kumpanyası, bir sektör olarak takriben dört asır boyunca verimli işledi ve hayatiyetini sürdürdü. Kıbrıs'ı bir ticari işletmeye teşbih ediyor değilim, sadece Doğu Hindistan Kumpanyası'nı kuran müteşebbislerin organizasyon kabiliyetlerini takdir etmek geliyor içimden ve Kıbrıs meselesinde görünür hale gelen organizasyon zaafımız canımı sıkıyor sadece.

Ve nedendir bilmem, Sayın Rauf Denktaş'ın ismi, meselâ on yıl önceki gibi muhabbet uyandırmıyor bende; onun, başka kimselerde olmayan tarihi ve politik birikimini sadece statükoyu sürdürmek için ustalıkla kullanması, beni eski sempatilerimden uzaklaştırdı. İnşallah günün birinde Sayın Denktaş'ı da, şimdilerde Demirel'in kıymetini takdir ettiğimiz gibi özleyecek hallere gelmeyiz.

Hayır efendim, "ver kurtulcu" filan da değilim; bizdeki "devlet aklı"nın rasyonellik derecesini sorgulamak istiyorum kendimce. Kıbrıs meselesini, vaktiyle Bankalar Kanunu derecesinde kötü öngörmüş olmanın hayal kırıklığı mıdır bu acaba?


Kaynak (Arşiv)