Kesip saklayın; torunlarınıza okursunuz

-Dedee, sahiden oldu mu bunlar? Vaktiyle öyle ağır baskı zamanları yaşanmış ki, insanlar arkadaşlarına bile gerçek fikirlerini söylemeye çekinmişler. Dönemin hükümeti, savcıları, hâkimleri, polisleri, sıradan her kamu görevlisini, işadamlarını, gazetecileri, hatta taşeron işçileri bile kendilerine destek olmaya mecbur bırakmış. İnsanlar, “Aman şunların şerrine uğramayalım” demişler, “Tezdir zevâli gaddar olanların, bunlar günün birinde nasıl olsa gidiciler; o vakte kadar lâhavle çekip yutkunalım” demişler. Doğru mu?

- Öhhö öhhö... Hay Allah, kimden duydun bakayım bu terbiyesiz lâfları sen çocuğum; okulda mı öğretiyorlar bu münâsebetsizlikleri?

-Yoo, parkta arkadaşlar konuşuyorlardı oradan duydum; sahi dede, sen kaç yaşındaydın o zamanlar?

-Bakayım, hmm, 35 filan vardım galiba. Bak ben sana askerlik hatıralarımı anlatmış mıydım; hani kışladan tankı kaçırıp dere kenarında piknik yapmıştık?

-Geç bunları dedeciğim, bana o günleri anlat. Dostluklar bozulmuş, yılların arkadaşları birbirlerinden selamı kesmişler. Komşular küsüşmüş. Hattâ dönemin başbakanı, Cadı Avı ilân etmiş. Gerçekten oldu mu bunlar?

-Aa bak karşıdaki ağaca kocaman renkli bir kuş kondu, gördün mü?

-Lütfen dede... Sen o günlerde n’aaptın; hangi taraftaydın?

-Oğlum bak sana harçlık vereyim git alışveriş yap, zaten dizlerim de ağrıyor; oy oy oy... İlâcımı uzatsana, bir bardak da su...

-Dedeee...

-İyi peki peki! 30 sene önceydi galiba. Bazı bakanlara yönelik yolsuzluk soruşturmasıyla başladı her şey; bir hafta sonra soruşturmanın kapsamı genişleyip işler yukarıya doğru sarpa sarınca, başkan mıydı, başbakan mıydı, çok öfkelendi. “Vatan hainleri bana darbe yaptılar; bunlar paralelci, sülükler” diye ortalığı velveleye verdi, soruşturmayı küllemeye çalıştı. Akıl almaz kanunlar çıkardı; savcıları, polisleri çil yavrusu gibi dağıttı. Kendine bağlı basını harekete geçirip her gün paraleller aleyhinde ağır ithamlarda bulundu.

-Paraleller kimlerdi dede; sen hiç paralel tanıdın mı?

-Vallahi ne bileyim oğlum, bir gün önce devletin memuru idiler, çoğu da sivil toplum gönüllüsü insanlardı. Ertesi gün gizli örgüt mensubu, hain oldular. Ben şahsen bir kötülüklerini görmedim fakat başkan çok kızdı. Bunlara selam vermeyin, şirketlerinden alışveriş etmeyin, gazetelerini almayın diye köpürdü. Çok ağır hakaretler... Eh, evet yani, o günlerde başbakanın sevmediği biriyle selamlaşmak, arkadaşlık veya komşuluk etmek cesaret işiydi. Çoğumuz o bakımdan ilişkilerimize dikkat gösterdik diye hatırlıyorum. Çekindik yani bir bakıma. Zaten rahmetli annem, “Aman öne çıkma evlâdım, araya karış; kim ne yapıyorsa sen de öyle yap” derdi.

-Sen de öyle mi yaptın yani?

-Yaani... Ama sizleri düşünmek zorundaydım sevgili torunum. Baban, halaların daha pek küçüktü. Paralelci diye damgalanmak çok tehlikeliydi. O bakımdan bazı şeyler şaapmış olabilirim yani hık-mık...

-Dede, sen Ralph Waldo Emerson’la Henry Thoreau arasındaki o ünlü konuşmayı hiç duymuş muydun?

-Ne konuşması yavrum, ne biçim lâflar, kim bu gâvurlar?

-Şöyle dedeciğim; Thoreau diye bir Amerikalı var; 19. yüzyılda oluyor bunlar. Adam, dönemin hükümetini beğenmediği için vergi ödemeyi reddediyor. Hükûmet de Thoreau’yu hapse atıyor. Emerson hapishaneye arkadaşını ziyarete gidiyor ve diyor ki: “Henry, ne işi var senin gibi bir adamın burada?” Thoreau da diyor ki: “Waldo, sen niçin burada değilsin kardeşim?”

-Ee, n’oolmuş yani, hiçbir şey anlamadım yani...

-Boşver dede; ben anlayacağımı anladım zaten!


Kaynak (Arşiv)