Kendimi ayıplıyorum

Aslında bizim gibi "reaya" takımının üzerine vazife olmasa gerektir lakin "tam bağımsızlık" denilen kavramın, Cumhuriyet'in temel ilkeleri arasında yer alıp almadığı meselesi fena halde kafamı kurcalamaya başladı; görünüşe bakılırsa "temel ilkeler"e, siyaseten tam bağımsız olmasak bile bir şey olmuyor.

Eğer "istiklâl"i tamme", Cumhuriyetimiz'in temel prensipleri arasında yer almış olsa idi, elbette bu vatanı bizden daha etraflı ve derinden düşünen çevreler gereken hassasiyeti gösterip, tam bağımsızlığımızı zedelemeye kalkışan iç ve dış düşmanları anasından doğduğuna pişman ederlerdi.

O kadar basit işte; nasıl düşünemedim hayret; kendimi ayıplıyorum.

Efendim izah edeyim; bu endişe bende, bazı fitne ve fesat odaklarının sinsi sinsi yaymaya başladıkları bir bulanık propaganda neticesinde oluşmaya başladı; güyâ Türkiye'nin tam sömürge haline gelmesine bir fırt kalmışmış da... hükümetler epey zamandan beri "bütçe" adı verilen ve bağımsızlığın en anlamlı göstergesi hüviyetindeki belgeyi oluşturmakta acze düşmüşler de... siyasi karar mercileri dışarıdan dikte edilen emirler doğrultusunda hareket etmeye mecbur kalıyorlarmış da... vaktiyle mütareke hükümetleri bile şimdikinden daha çok siyasi inisiyatif sahibi imişler de... falan da, filan da... Hani hükümetimizin engin sağduyu ve basiretini yakından bilmiyor olsak bu kabil dedikodulara inanıvermek işten bile değil. Tamam, memleketin sahibi biz değiliz; bir ara böyle birtakım hüsn"i zanna kapıldı isek de tez zamanda bu ülkeyi canından çok seven ve bütün işi "derin derin" memleket meselelerini düşünmekten ibaret bulunan çevrelerin varlığını öğrenerek müsterih olmuş idik. Çok şükür şimdi en azından bu memleketin asıl ve asil sahiplerinin, Türkiye'nin tam bağımsızlığını kaybederek sömürge haline düşmesine seyirci kalmayacaklarını bilmenin verdiği emniyet hissi ile bu gibi kötü düşünceleri başımızdan def edebiliyoruz.

Elbette yukarıda sözünü ettiğim çevreler, Türkiye'nin hangi hallerde tam bağımsızlığını kaybetmiş sayılacağını bizden iyi biliyorlardır. Reaya takımından olmanın bu gibi nimetleri de yok değil hani; ülkenin emniyet ve huzur içinde olduğunu bilerek yatma vakti gelince mışıl mışıl uyuyabilmek doğrusu büyük saadet! Kovboy filmlerinden hatırladığımız, "çok şey biliyorsun amigo" ihtarını yabana atmamak lazım. Gereğinden fazla bilgi ve merak, çoğu kere zararlı olabilir. "Ne kadar çok şey bilsek o kadar iyidir" şeklinde özetleyebileceğimiz ananevi epistemik kavrayışımız, bu durum karşısında yanlış gibi görünüyorsa da biz reayanın vazifesi, büyüklerin çelişkisini yakalayınca "vecettü/buldum" diye heyecanlanarak ortalığa dökülmek değil, uslu ve temkinli bir tebâ olarak vakarımızı muhafaza etmektir.

Mesela ne demek yani "Türkiye'nin sömürge olmasına bir fırt kalmıştır" müzevirliği? Bu fesat çevreleri, sömürgecilik ve kolonyalizm çağının 20. asrın başlarında sona erdiğini bilmiyorlar mıdır acaba? Ya o, "bütçe bile yapamıyorlar" iftirasına ne demeli? Her yıl yasama uzvunun ol kadar fedakarlıklarla gece sabahlara kadar sarf"ı mesai ederek çıkardıkları kocaman bütçe kanunu, bütçe değil midir? Üzerinde "bütçe" yazan bir metre kutrundaki o müheykel kanun bütçe değilse, bütçe nedir beyler? Vakıa faiz ödemekten sair harcamalara yer kalmadığı gibi bir manzara varsa da bu işleri "Türk büyükleri"nden iyi bilecek halimiz yoktur. Hükümetin ve yasama uzvunun dış baskılarla hareket etmek zorunda kaldığı iddiası ise gülünçtür; bizim hükümetimize dış baskı yapacak kudret henüz anasından doğmamıştır; doğmuş olsa bile memleket büyüklerimiz onu tez vakitte anasından doğduğuna pişman edeceklerdir. Peki bu "mütareke hükümetleri bile şimdikinden daha inisiyatif sahibi idiler" şeklindeki zehirli propaganda nedir yani? İnsanda biraz insaf ve ar olur; Damat Ferit veya Ali Rıza Paşa kabinesi ile, mevcut kabineyi mukayese etmek ancak alçakça ve sefil bir düşüncedir.

Yiyelim içelim, başımızdaki "Türk büyükleri"ne dua edelim ve kat'iyyen enseyi karartmayalım; bizim bağımsızlığımıza yan gözle bakanı, işbu memleket büyükleri öyle bir pişman ederler ki, hey hey!


Kaynak (Arşiv)