Kemal Tahir sağ olsaydı...

Gazeteler diyor ki, Türkiye'nin giriştiği son askerî operasyonları ABD destekliyormuş; bu kararlılık, örgüt Kuzey Irak'tan tasfiye edilinceye kadar sürdürülecekmiş, fakat bununla yetinilmeyecek, stratejinin öteki ayakları da devreye sokulacakmış:

Buna göre dağdakileri indirmek için "pişmanlık"la ilgili kanun yeniden gözden geçirilecek, -suçun cinsine göre- ceza indiriminden külliyen affa kadar câzip uygulamalar getirilecek ve nihayet meselenin kökten halli, yani bataklığın tamamen kurutulması için dağ kadrosuna yeni iştiraklerin önlenmesi maksadıyla sosyo-ekonomik tedbirler paketi açılacakmış; pakette şu tedbirler varmış: Bölgede yolu, suyu ve kanalizasyonu olmayan köy kalmaması; öğretmensiz okul, hekimsiz, tıbbî araç ve gereçsiz hastane ve sağlık ocağı bırakılmaması, aynı zamanda istihdama da katkısı olacak altyapı yatırımlarının hızlandırılması; böylece yöre halkının aidiyet duygularının güçlendirilerek PKK'ya söylenecek söz bırakılmayacakmış.

Gazeteler bununla yetinmiyor, başka güzel havadisler de veriyorlar. Meselâ, az önce "pişmanlık" şeklinde zikrettiğimiz kavramın rencide edici olabileceğinden bahisle, "şunun adını toplumsal barış koyalım" diyenlerimiz de varmış; bu çerçevede bölge halkının kendi arasında referandum yaparak bir şehrin adını değiştirmesi de mümkün olabilirmiş. Eğer Kürtlere onurlarıyla, kendilerini eşit hissedecekleri bir siyasal atmosfer sunarsak, onlar da kendilerini bu ülkenin tamamına ait hissederlermiş.

Bunlar, nasıl söylemeli, güzel haberler; okudukça insanın içi açılıyor.

İçinde barış var, kalkınma var, su, yol, kanalizasyon, hekim, okul, öğretmen, hekim var; hatta Avrupa Azınlık Dilleri Şartı veya Bölgesel Dillerin Korunmasına Dair Çerçeve Sözleşmesi'nde Türkiye'nin hâlâ imzalamadığı bazı haklar bile var.

Tabii varılan bu güzel noktadan sonra geriye doğru bakıp da, "sahi biz işleri niçin bu noktaya getirdik" diye hayıflanmanın mânâsı yoktur; vaktiyle bazı tatsız hadiseler cereyan etmiş olsa olan olmuş, biten bitmiştir. Siyaset işte böyle bir şeydir: Yirmi beş sene doğru zannettiğiniz bir istikamette gidersiniz; bir de dönüp ardınıza bakarsınız ki bir arpa boyu yol almışsınız. Bunun üzerine, "arkadaşlar, dağdakileri onurlu ve reddemeyecekleri bir teklifle toplumsal barışa katkıda bulunmaya ikna edip, ardından da sosyo-ekonomik tedbirler paketini açarsak meseleyi hallederiz; sahi yahu biz bunu niçin daha önce akıl edemedikti" der, bu arada doğrudan söyleyemediğiniz bazı şeyleri söyleyecek birilerini bularak, çıkması muhtemel muhalif seslerin gazını alırsınız.

Gelelim bu güzel haberler hakkında ne düşündüğüme; derhal takdir etmelisiniz ki benim fikirlerimin böyle önemli bir meselede kıymet-i harbiyesi olmaz, olmamalıdır. Sıradan vatandaşların fikirleri, büyük bir ırmakta seyretmekte olan bir gemi hakkında suyun içindeki balıkların veya su kenarındaki kamışların düşünceleri gibidir; bu gibi düşünceler hangi mahiyette olursa olsun geminin istikametini etkilemez.

Taşradaki sızıltılar hakkında Osmanlı idaresinin de vaktiyle buna benzer pratik çözümler üretmesi, konunun tarihi boyutunun ihmâl edilmediğini gösteriyor.

E, bundan iyisi can sağlığı.

Rahmetli Kemal Tahir sağ olsaydı, "Bunlar nasıl bir akıllar bre Uzun İskender oğlum" diye başlayan tumturaklı Çorum ağzı cümleleri kurardı ki tadından yenebilmez.

Bu konuyu bütün boyutlarıyla halledilmiş saydığım için müsterihim. Bundan ba'de artık daha az ciddi şeylere vakit ayırabileceğimiz için ne kadar memnun olsak yeridir.

Haydi yine iyiyiz!


Kaynak (Arşiv)