Kem âlât ile kemâlât olmaz
Dehşetli bir kasırganın tam orta yerinde, kırık dümeni iple yarım yamalak tutturulmuş, yelkenleri yırtık, buhar kazanı tehlikeli derecede istim tutmuş, içindeki herkesin can kaygısına düştüğü bir gemiyi suyun üstünde tutmak için sağa sola canhıraş talimatlar yağdıran bir kaptanın söylediği telâş ve çaresizlik dolu sözleri andırıyor Sayın Kılıçdaroğlu'nun konuşmaları.
Kaldı ki "kaptan", fırtına çıkmadan hemen önce, eski kaptanın yetersizliği ve denizcilik bilgisine duyulan aşırı şüphe sebebiyle gemide koparılan orta ölçekte bir isyan operasyonu ile alaşağı edilerek yerine ikaame edilmiş biridir. Hayır, onun denizcilik bilgisine kimsenin şapka çıkardığı filan yoktur; o, yatıra çaput bağlamak cinsinden bir bâtıl itikad eseriyle "İnşallah tutar" veya, "Ne kadar yetersiz de olsa eskisinden kötü olamaz" ümidiyle dümene getirilmiş biridir.
Niçin böyle düşünüyorum, çünkü Sayın Kılıçdaroğlu'nda kendimce vahim bir zihin ârızası görüyorum; şudur: Özellikle seçim meydanlarında veya kamuoyu önünde söylediklerinin sorumluluğundan vâreste imiş gibi konuşuyor. Neredeyse aklına gelen her şeyi ânında seslendirerek o kaos ve telâş içinde gemisini sâkin sulara çekmeyi uman, -şüphesiz iyi niyetli- acemi ama yetersiz bir kaptan. Konuşurken ağzından çıkanları sanki canlı yayında eline "son dakika" notu tutuşturulmuş heyecanlı bir spiker gibi mânâ ve muhteva analizi yapmadan seslendiriyor. Bu haline bakarak onun, "Önemli olan fırtınayı atlatmak, sâlimen kurtulursak söylediğim şeylerden ötürü zaten sorumlu tutulmam" beklentisi içinde olduğunu düşünüyorum.
Yandaş gazetecileri -fırsatını bulursa- yüce divana sevk edeceğini vaadeden konuşmasını da böyle değerlendiriyorum; başkaca yorumlamak da mümkün değil zaten. Eğer sözünü tutarsa, CHP'li basın içinde müthiş bir vakum oluşacağı muhakkaktır. Seçildiği kurultayda sevincini masaların üstüne çıkıp alkışlayarak izhar eden yandaş gazetecilerin görüntüsü hâlâ hâfızalarda fakat onların bile yüce divanlık bir cürüm işlediğine ihtimâl vermem. Oscar Wilde der ki, "Her cinayet bayağılık değildir ama her bayağılık cinayettir!" Ne demekse?..
CHP'liler kızmasın; Sayın Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin anamuhalefet partisini iktidara getirmek bir yana, yönetmek için bile yetersiz biri; belki böyle düşük profilli bir aday üzerinde ittifak edilmesi, muhtemel seçim başarısızlığından sonra onu kolayca alaşağı edivermek hesabının eseriydi, bunu bilemem fakat beğenmediği kişileri fırsat ele geçtiğinde yüce divana göndermeyi tasavvur etmek, pek âkılâne bir hesap olmasa gerektir. En azından yönetimden bir CHP'linin çıkıp, "Sıradan asliye hukuk mahkemesi de aynı işi görür sayın genel başkanım" diye ikaz etmesi beklenirdi ama bu hususta fazlaca iyiniyetli düşündüğümüz açıktır. Ankara Yenimahalle Belediye meclisinin, CHP'li başkanlarının eşsiz tercihiyle İstiklâl mahkemelerinin namdar reislerinden Ali Çetinkaya'nın adını bir parka vermesi, CHP'lilerin hukuktan ne anladıkları konusunda ilginç bir hür irâde beyanı niteliğini taşıyor. Yakın tarihimizde, "Yiğit lakabıyla anılır" fehvâsınca "Kel Ali" nâmıyla bilinen Ali Çetinkaya'nın hâtırasına duyulan hasret karakteristiktir. Daima hatırlanır ve hatırlatılır.
Kılıçdaroğlu'nun seçim stratejisi, anlayabildiğim kadarıyla, "Boğuntuya getirip hele şu seçimleri atlatalım" hesabına dayanıyor. Verdiği mesajların CHP'ye iktidar yollarını açacak yeni katılımları davet etmesi beklenebilir mi? Bu hesap, sadece CHP'nin sâdık seçmen kitlesini daha da sertleştirerek muhtemel kopuşları önlemek maksadına yönelik görünüyor.
Seçim patırtısında nasıl olsa farkedilmez sanılıyorsa da CHP için Kılıçdaroğlu'nun en doğru seçenek olmadığını herhalde CHP'liler de teslim edeceklerdir. "Dere geçilirken at değiştirilmez" diye düşünüyor olabilirler ama bilirsiniz, bir başka atasözümüz bu hükmü askıda bırakıyor: Kem âlât ile kemâlât olmaz! Yetersiz vasıtalarla iyi iş çıkarılmaz; kibarca meâli budur.