Kelimelere ihanetin bedeli bu!

70'li yılların ortalarından beri ömrümüz iktisadi ve siyasi buhranlarla geçti; çeyrek asırdan beridir bir kriz istikrarı yaşıyoruz. Eğer "yönetilmiş" olsaydı çeyrek asırda Türk ekonomisi, hiç mübalağasız ilk on listesine girebilirdi.

25 senedir süren iktisadi başarısızlıkları talihsizlik veya tesadüfle açıklayamayız. İyimser bakışla bunun adı beceriksizliktir; kötümser açıdan ise sistematik soygunculuk.

Sistemden bahsediyoruz; sistemi, iktisadi veçhesini gözardı ederek değerlendirmek mümkün mü? Ekonomi yönetimi berbat; peki diğer politikalar? Karamsarlığınızı yoğunlaştırmak istemiyorum; sadece şu kadarını belirtmek bile kâfi gelebilir: Türkiye 78 seneden beri kararlılıkla savunduğu tek ideolojik çizgi olan Kemalizm'de bile başarı ve istikrar sağlayamadı. Sistemin lâçkalığı, dokunduğu her şeyi sulandırıyor. Kavramların lugât karşılığını istismarımız o noktaya vardı ki, kendi derdimize teşhis koyamaz olduk. Başbakan'ın IMF'yi çağdışı ilan ettiği o garip beyanatı hatırlıyor musunuz? Saçmalığın dibe vurduğu andı o. Ertesi gün aynı fikirden tornistan etmesi ise saçmalamakta bile dikiş tutturamadığımızın belgesi oldu. Bu memlekette "çağdışı ve gerici" yaftalarının ne kadar kelle kopardığını düşünün. Kavramları yalama ettik; öyle ki bugün aslında neyin gerçekte çağdışı olduğunu tefrikte zorlanıyoruz.

İktisâdi dirâyet, düz ve basit bir mantık gerektirir; biz bugün dışarıdan iktisâdi dirâyet değil iktisat dehâsı getirttiğimizi zannediyoruz. Saçmalık o kadar kesifleşti ki, ancak zekâsına şapka çıkartılan bir süper insanın bizi düzlüğe çıkaracağına inanır olduk. Bu, en kötü iktisadi bunalımdan daha feci bir akıl travmasıdır. Gelirinin yüzde seksenini her ay muntazaman borca yatıran, kalanını yankesiciye kaptıran ve yeni borçlarla aile ekonomisini ayakta tutmaya çalışan bir aile reisini her asliye hukuk mahkemesi "ehliyetsiz" bulur, hacir altına alır. Aynı ferâseti(!) ülke ekonomisi ölçeğinde tekrarlayan siyasi heyet, gösterdiği pişkinlikle sadece kendini değil, sivil siyaset üslûbunu da hançerliyor.

Türkiye'de bundan böyle hiçbir hükümetin, hiçbir kamu görevlisinin ve siyaset adamının istifa etmesini gerektirecek cürüm veya kabahat kalmadı; bütün siyasi suç ve kabahatleri lâçkalaştırdık, alelâde hale getirdik ve tabiileştirdik. İşte manzara. En hafif tabirle öngörüsüzlükleri yüzünden ülke ekonomisi tepetakla eden bu hükümet, inanılmaz bir pişkinlik sergileyerek tek üyesini bile fedâ etmeden bakanların sayısını artırmak suretiyle bâdireden sıyrılmasını bildi ve bugün hükümetin hangi ilhamla bilinmez, Dünya Bankası'ndan celbettiği Kemal Derviş, şahsiyeti etrafında hükümetten tamamen müstakil bir güven atmosferi teşkilinde muvaffak oldu. Şu gerçeğin altını şimdi çekinmeksizin çizebiliriz: Hükümet üç koalisyon ortağından ibaret değildir artık; üç ortak ikiye düşmüştür: Hükümete üye veren partiler ve Kemal Derviş!

Sistemimiz kötü; bunu artık kabul edelim. 78 senede oturtabildiğimiz bankacılık sistemi "oğlan yer oyuna gider, çoban yer koyuna gider" misâlinden farksızmış; işte açıkça görüyoruz. Siyasi sistemimiz, feodal siyaset şeyhleri yetiştirmekten başka sonuç vermiyor. Defalarca yazdığımı hatırlıyorum: Muhalefetin i'rabda mahalli yok diye üzülmek yersiz; çünkü hükümetin de siyaset üretemediği bir kısırlık üretiyor bu sistem. Güçler ayrılığı prensibi, sadece protokol sıralamasında varlığı hissedilen bir kavram. Adliyemiz verimsiz; infaz sistemimiz mefluç. Eğitim sistemimiz kalitesiz. Akademilerimiz "akademik hürriyet ve sorumluluk" kavramlarından habersiz. Ordu-siyaset ilişkileri hicran. Sosyal güvenlik sistemimiz iflâs halinde.

78 yılda Cumhuriyet'ten anladığımız, ortaya koyduğumuz eserden belli oluyor; kelimelere ve kavramlara saygı duymayanların akıbeti böyle oluyor demek ki; hâlimizi târif ve tespitte acz içindeyiz.

Vaktiyle bir de "iktisat devrimi" yapılmış olsaydı, bunlar gelir miydi başımıza?


Kaynak (Arşiv)