Kazanmadık; bir kere daha kaybettik!

Artık açıklıkla belli oldu ki Ermeni meselesi, Türkiye'nin yumuşak karnıdır; sağ-sol meselesi, Kürt meselesi, Alevi-Sünni meselesi ve Ermeni meselesi, Türkiye'nin bu meselelere bakışındaki temel zaaf ve tutarsızlıklarından ötürü pek kaba bir sıralama ile gündeme getirilmekte, Türkiye her defasında açık düşürülmekte ve bizim bu kaba kumpas karşısında inisiyatif kullanmamız her defasında engellenmektedir.

Gazetenin biri "Türkiye'nin gücü" diye manşet atmış; Başbakan da alelacele aynı mealde bir beyanda bulundu. Bazı ajanslar ise haberi "Türkiye'nin zaferi" diye duyurmayı tercih etmişler. Bunca patırtı, Başkan Clinton'ın tasarıyı geri çekmesine dayanıyor. Evet, görünüşte Türkiye'nin lehine bir karar gibi görünüyor; fakat ABD'nin gösterdiği bu keremkâr jestin, karşılıksız bir Türkiye hayranlığından kaynaklanmadığını tahmin edebiliriz. İşkillenmek için sebep çok. Bu tasarıyı Amerikan yasama organına Ermenistan sevk etmedi, bu işi "motive edilmiş" Amerikan parlamenterleri yaptı. Sağ elin yaptığını sol el düzeltiyor diye kimseye minnettar olmamız gerekmiyor; tam aksine Amerika, sağ elle yaptığı çirkin şantajı, sol eliyle tashih etmeye kalkıştığı için bu meselede çok sarih bir diplomatik skandala imza atmış bulunuyor; fakat bu açığı değerlendirecek hamle üstünlüğüne sahip olmayışımız can acıtıcı bir hakikattir. Temsilciler Meclisi'nin bir nevi savaş mahkemesi veya Adalet Divanı imiş gibi, 85 yıl önce cereyan etmiş bir hadise hakkında kendi nokta-i nazarından ahkâm kesmeye kalkışması en azından milletlerarası bir kabalık olarak nitelendirilmelidir. İşin en meraka değer yanı, ABD'nin bu lütufkâr jesti hangi karşılık mukabilinde yapmaya rıza göstermiş olduğudur. Türk siyâsetini yakından takip etmiş olmanın kazandırdığı tecrübe, bizim, tam da zamanında yetişen bu "dost yardımı"nın altında kalmayacağımızı gösteriyor; acaba bu "güzelliğin" bedelini hangi türden ödemek zorunda kalacağız dersiniz? Ortadoğu siyasetinde pasif pozisyona rızâ göstermek suretiyle mi, silâh ihâlelerinde bol yıldızlı bayrak taşıyan bir ülkenin yarı resmî firmalarına kolaylık sağlayarak mı, yoksa her ikisiyle birden mi?

İşin daha da garip ve ızdırap verici ciheti, Türkiye'nin Ermeni meselesinde hiç de "ezik" tarafı teşkil etmediği halde kendini "kötü adam"ı oynamak zorunda kalmış gibi hissetmesidir. Mânidar fâsılalarla ikide bir Türk hariciyesini spazma uğratan bu meselede Türkiye'nin adetâ, Yahudileri toplama kamplarındaki insan fırınlarında yakmış Naziler gibi muamele görmesi, bizatihi ilk elde yakın tarihimize çağanoz bakışıyla yaklaşmanın yarattığı atâlet ve ikinci planda hariciyemizin esas itibariyle beşeri kaynak kullanmakta kapalı devre alış verişleri tercih eden alîl ve marîz yapısında aranmalıdır. Türkiye, Ermeni meselesinde iki mağdur taraftan birini teşkil ediyor; tarihî gerçekler ve gerçekleri var eden vesikalar böyle söylüyor. Eğer siyasî ve toplumsal bir mutabakat eseriyle, Türkiye Ermenileri iki toplum arasında eskiden beri mevcut olan bir düşmanlık gerilimine istinâden ortadan kaldırılmaya kalkışılsaydı, -her insaf sahibi kolayca teslim eder ki- bugün bir Ermeni diasporası mevcut olmayacaktı. Jenosit, sadece siyâsî irâdeyle değil, kolektif bir imhâ şuurunun da harekete geçmesiyle işlenebilecek bir insanlık cürümüdür. Bizler bu husustaki en kuvvetli tezlerimizi genellikle kendi kamuoyumuzu etkilemek için kullanmayı tercih ettik. Birinci Dünya Harbi esnasında Anadolu'da nelerin olup bittiğini merak edenler Justin McCarthy'nin "Ölüm ve Sürgün" isimli eserini okumalıdırlar; bu kitaptaki insanlık dramlarının pek çoğundan ne yazık ki Türk kamuoyu bile tam haberdar değil. Bu trajedi, -Sadece kendi nokta-i nazarımızdan bakılacak olursa- cephe kayıpları hariç, tahminen iki milyon sivil Müslüman Türk'ün ölümüyle sonuçlanmıştır. Biz Türkler savaş yıllarında ne olup bittiğini pek az biliyor, ondan çok daha az merak ediyoruz; bu meraksızlığın kapsamı sadece Türkiye Ermenileri'nin âkıbetini değil, Türkiye Türkleri'nin başına gelenleri de kapsıyor. Bu mesele ile ilgili Rus ve Alman vesikalarının tam bir değerlendirmesi yapılmadıkça, sadece kendi kaynaklarımıza istinâden milletlerarası kamuoyunu tatmin etmemiz zor görünüyor. Açık konuşmak gerekirse resmî tarih diskuruna muhatap kalarak üniversiteyi bitirmiş sıradan bir yüksek öğretim mezununun bu gibi ayrıntılara erişme ihtimâli son derece zayıftır.

Ermenilerle 1915'ten önce dost ve komşu idik; ne ilginç nüktedir ki daha sonra da en azından dost komşu kalmayı başarabildik. Komitacı zulmü, tehcir ve onun akabinde meydana gelen bir trajik hadiseler bu komşuluk hukukunu bugün bile tam mân

âsıyla fesada uğratamadı. Türkiyeli Ermeniler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar en azından aynı coğrafyayı ve tarihi paylaştığımız insanlardır ve onlarla müştereğimiz, sanıldığından daha fazladır; bu pis tarih sömürüsünü günün birinde sona erdirecek olanlar da yine "diaspora"da yaşayan Türkiyeli Ermeniler olacaktır.

Hakikatler bizden yana ve hakikatlerin gün ışığına çıkmasından yana hiçbir korkumuz yok iken, her "Ermeni karar tasarısı" lâfı gündeme geldiğinde Türk hariciyesi niçin kramp sancılarına tutulmuş gibi kaskatı kesiliyor? Daha ne kadar yıl özellikle Amerika ile ilişkilerimiz, şu mâhut "Ermeni karar tasarısı"nda Amerikan yönetiminin gösterdiği lütufkâr tutumun mânevi baskısına endeksli kalacak? Apaçık hakikatler üzerine bile bir dış siyaset stratejisi kurmayı beceremeyen hariciye bürokrasimize, bundan sonraki siyasî projeksiyonlar için ne kadar güvenebileceğiz?

Hayır, Türkiye zafer kazanmadı; iddia edildiği gibi "Türkiye'nin gücü" Temsilciler Meclisi'nin bileğini bükmüş filân da değildir; açıkçası tasarının geri çekilme haberi Başbakan için bile sürpriz teşkil ettiğine göre, bu gelişmeyi güç gösterisiyle, örtülü tehdit veya siyasî blöfle izah etmekte zorlanırız; bu krizden istifâde ile Amerikan hariciyesi, bir kere daha Türkiye'nin milletlerarası platformda manevra kabiliyetini sınırlandırmış ve kendi dümen suyunda bir rota izlememiz için müsait bir zemin hazırlamıştır. Sevinmek için sebep yok. Bu bâdireden üç taraf kârla çıktı: Amerika, İsrail ve Ermenistan. Kumpasın ayrıntılarını, eğer yeterince "fikr-i takip" hassasiyetine mâlik isek gazetelerin ekonomi ve dış siyaset sayfalarında okuruz.


Kaynak (Arşiv)