Kazanan, kaybeden...

Hasan Cemal’i gıyâbında severim; tanışıklığımız yoktur. Birkaç vesileyle aynı mekânlarda bulunduk, kısa süreli Galatasaray sohbetleri haricinde bir muârefemiz olmadı.

Ona duyduğum sempati, hepsi de ağabeyim yaştaki benzer yazar kuşağı arasında onun, kendi hatalarını (ve tabii başkalarının da) açık yüreklilikle kaleme alacak derecede kendisiyle barışık hâli olmuştur. Kendisini eleştirebilenlerin başkalarına yönelttiği tenkidleri ciddiye almak gerektiğini düşünmüşümdür hep. Özeleştiri mâhiyetinde yazdığı o kitaplar, bir dönemi lâyıkıyla anlayabilmek için vazgeçilmez müracaat kaynağı niteliği taşıyor daha şimdiden.

Dün, uzun yıllardan beri yazdığı gazetesi onun hakkında kısa bir not yayımladı: “Milliyet Gazetesi’nin değerli yazarlarından, 45 yıllık meslek ustası Hasan Cemal’le yollarımız bugünden itibaren üzülerek ayrılmaktadır.” Haberse bu da önemli bir haberdi ama o kısa notta o hep tekrarlanagelen 5N1K hassasiyetinden iz yoktu. Genel yayın yönetmeni sıfatıyla Derya Sazak’ı açıklama konusunda bu derece ketumlaştıran sebepleri tahmin etmek zor değil; işin içine gazete patronları ile siyasi iktidar arasındaki ilişkilerin niteliği karışınca böyle kısa ve yaralayıcı bir açıklama metninin hangi saiklerle kaleme alındığı sır olmaktan çıkıyor.

Meselenin bir de 15 günlük zaruri izin sonunda Hasan Cemal’in yeniden yazılarına başlayabileceği boyutu vardı ki, en üzücüsü de o galiba. Cemal’in o yazısını dün kendi gazetesi yerine bir başka gazetede okuduk. Hiçbir yazar ilânihâye bir gazetenin yakasına dikili kalacak diye bir kaide yok; şartlar iktizâ eder, yollar ayrılır ama en azından yazarın okuyucusu ile vedâlaşması çok görülmemeliydi değil midir?

Hasan Cemal, bu ilginç patırtıda en az yaralanan taraf, hattâ açıkçası süreçten gururuyla çıkabilen tek isim. Henüz farkında olmasalar da gazete yönetimi ve bizatihi Başbakan Erdoğan, bu sevimsiz hadise yüzünden önemli ölçüde kredi kaybına uğradı. Başbakan’la yapılan birkaç telefon görüşmesinin akabinde bütün hesabın Hasan Cemal’e çıkarılması doğrusu hiç âdil değil. Hükümetle iyi geçinmek için yazarını fedâ eden gazete yönetimini kimse alkışlamaz herhalde. Başbakan ise, hışmının nerelere kadar nâfiz olduğunu hissettirmesi bakımından örselendi; ne var ki “örselenmek”, böyle bir durum için hayli kibar bir ifâde. Gazete patronlarına hışım yağdıran, dolaylı yoldan da olsa yazar cezalandıran bir otorite görüntüsü vermek hiç hoş değil.

Gelelim konunun bir başka vechesine; ben yazarların, gazetelerine ve patronlarına karşı, sırf yazar olmak statüsünden kaynaklanan editoryal bir bağımsızlık iktisâb ettikleri kanaati taşımıyorum; öyle olsaydı memnun olurdum elbette ama fiilî gerçek odur ki, yazarın yönetime karşı fikrî bağımsızlığının risk sınırı, iş akdiyle sınırlıdır. Nezaket, centilmenlik kuralları, vefâ elbette bu ilişkiyi yumuşatan ve güzelleştiren diğer unsurlar ama o kadar. Basın hürriyetinde ne gibi sınırlar olabileceği konusu, bu hâdisede çıplak şekilde göründü.

Kaldı ki gazetesi, Sayın Cemal’i, o birkaç yazısını beğenmediği için gözden çıkarmış değil; böyle bir endişe taşımış olsalardı bu titizliği öncelikle İmralı tutanaklarını yayınlarken göstermeleri beklenirdi. Habercilik bakımından göz ardı edilemeyecek bir haberin editör masasında keyfî kısaltma ve abartmalarla biçimlendirilerek, neticede suistimale yarayan bir metin şekline konulması noktasında gazete mutfağı esaslı özeleştiri yapmalıydı bana göre.

Sadede gelelim: Gazetesi, biraz nazik olmayan bir edâ ile işten çıkardı diye Hasan Cemal ne işsiz kalır, ne de kalemini de elden bırakır. Az önce belirttiğim gibi en ağır hasarı, gazete yönetimi ile siyaset makamı aldı.


Kaynak (Arşiv)