Kaymakamı affedelim...

Şu kara lastik hikâyesini biliyorsunuz; sair zamanda dikkat çekmeyen bir ayrıntı Türkiye’nin gündemine girdi. Kaymakam’ın, iyi niyetle yaptığına emin olduğum jesti, küstahlık gibi algılandı.

Köylünün çarıktan kurtulup daha ucuz, yumuşak ve pratik bir ayakkabıya geçişinin sembolü kara lastiktir. Çocukluğumda en iyisi Gislaved markaydı; bizim yerli imâlatçılar, “nasıl olsa köylü takımı anlamaz” diye “gızlıvat” diye çakmasını üretip sandık sandık sattılar. Mahallede top ayakkabısına gücü yetmeyenlerimiz, içine kalın yün çorap giymek şartıyla birer gızlıvat uydurup maça öyle çıkarlardı. Kaymakam’ın kederli Recep Gökçe’yi incitmek istediğini sanmıyorum; bir çift iskarpine ilaveten o kara lastikleri, “tarlada tapanda yine lâzım olur” diye düşünüp gönderdiğini tahmin ederim. Kamuoyu maden ocağı kazalarındaki cinayet gibi ihmâllere öyle öfkeli ki, küçük bir ayrıntı bile vicdanları tahriş etti, gıcır gıcır bir çift kara lastik, devletlû fikirsizliğinin timsâli gibi algılandı.

İkisi de mülkî âmir olması bakımından Edirne Valisi’nin, “Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgarları estiren o eşkıya kılıklı insanlar Müslümanları katlederken, biz de onların sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıklarının etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog sadece müze olarak tescil edilecek. İçinde bir sergileme vitrinleme yapılmayacak.” sözleri ise, ne kadar hüsnüniyet sarf etsem de pek su götürür gibi durmuyor ama.

Devlet kendine yakışanı yapmış, vaktiyle canlı ve renkli bir Musevi cemaatinin yaşadığı Edirne’deki sinagogu Vakıflar aracılığıyla restore ettirmiş. Edirne’de zaten sinagog dolduracak kadar Musevi kalmadığı için (Bkz. 1934 Trakya olayları!) binanın müze olmasına Vakıflar önceden karar verdiği halde valinin “İçinde sergileme bile yapmayacağız.” diye şahsî inisiyatif kullanmaya kalkışmasının ve üstelik bunu “içindeki büyük kinle” ifade etmesinin, durduk yere skandal icat etmekten başka mânâsı yok; bu talihsiz sözler sayın valiyle onu ‘emanet ehlidir’ diye Edirne’ye tayin eden siyasî irâdeden başka kimseye zarar vermez.

Yer darlığı sebebiyle kısa yazacağım: Biz Cumhuriyet kuşakları yıllarca azınlıkların “milli düşman” çerçevesinde tehdidkâr unsurlar olduğunun şuuruyla yetiştik. Osmanlı atalarımız bütün inanç ve etnisitelere karşı çok hoşgörülüydü ama Cumhuriyet nesilleri için onlar birer öcüydü ve başlarına fenalık türünden ne gelirse gelsin hepsini hak etmişlerdi! Bize, tekil, tek renkli hatta grinin tek rengine mahkûm bir toplum dokusu içinde yeşerip serpilmenin mümkün olamayacağını kimse öğretmedi. Ne kadar tektipleşsek, o kadar milli olacaktık! Sonunda kendisiyle barışmaktan bile huzursuzlanan, nüfusça İslamize edildikçe kendi içine kapanıp zihnen fukaralaşan, farklı renk ve inançlardan tedirginlik duyan, hatta işi abartıp bütün insanlığın aslında Türk olduğu fantezisine kadar kopup giden tatsız, lezzetsiz bir topluluk haline geldik. Zihnen dünyadan öyle koptuk ki, paranoyamız, nice emek ve adanmışlıkla inşa edilmiş Türk okullarını yabancı devlet başkanlarına jurnalleyecek kertelere vardı.

Bizden farklı olanlar mâkul şüpheliydi! Nice bezdirme oprerasyonundan sonra etrafımızda azınlık unsuru kalmayınca, birilerine kin duyarak var olma kolaycılığı yüzünden birbirimizi hasım edindik; öyle ki iç düşmandan çektiği yanında devletimizin dış düşmandan çektiği sinek vızıltısı kalıyor. Unutulmasın diye milli siyaset belgelerine, kırmızı kitaplara iri harflerle yazdığımız şey, aslında kuru ve verimsiz bir tekilliğin ifâdesidir. Hayatı çoğaltıp zenginleştirme zevki kalmadı bizde...

Dedim ya yer yok, bağlayayım o zaman: Kaymakam’ı hoş görelim; vali ise muhafaza edilsin; ileride içişleri bakanı olur.


Kaynak (Arşiv)