Kaya Gibi!
12 Eylül’ün büyük şoku geçtiğinde, biraz da acı ve şaşkınlıkla şu gerçekle karşılaştık; darbeci paşalar açıktan şunu demeye getiriyorlardı,
-Bir devletin bir tane emniyeti, bir ordusu ve bir istihbaratı olur. Mevcut ordu, polis ve istihbarat ise devleti korumaya yeterlidir. Siz kim oluyorsunuz dar hariçten gazel atmaya, vatan kurtarmaya, vatan için fedâkarlık filan yaptığınızı, örgütlendiğinizi ileri sürmeye kalkışıyorsunuz. Herkes haddini bilecek. Yürüyün bakalım sanık mevkiine!
Olup bitenleri iyice değerlendiren her Ülkücü delikanlının içine yumruk gibi oturan bir cevaptı bu. O günlerde teselli kabilinden, “fikrimiz iktidarda ama biz hapisteyiz” fikri yayılmaya başladı.
Nitekim 1981 yılında yedeksubay iken, vatanı kurtarmak için Sivaslı tanıdıklarımla gizli Ülkücü şiddet örgütü kurmak ithamıyla Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandım. İthamı yapan vaktiyle bünyeye karışmış bir itirafçıydı. Eline bir bakkal defteri vermiş polisler, “yaz” demişler, “Kimi tanıyorsan yaz, gerisini biz hallederiz!” O da şehirde kendinden büyük Ülkücü takımından kimi tanıyorsa yazmış altalta. Kimisi Başkan, kimisi muhasip, kimi istihbarat vesaire... Bana lâyık gördüğü pâye ise “basın-yayın işleri”.
Elbette böyle bir örgüt yok ama şurası da hakikat: Avuç içi kadar şehirde herkes birbirini tanır. Nitekim mahkeme salonunda etrafıma baktım ki herkes âşinâ lakin tilki tilkiliğini isbat edene kadar post elden gidecek. O günlerde iftira atmanın öyle büyük bir sorumluluğu yoktu. “Muhbir yurtsever vatandaş” diye taltifkâr bir ünvanı bile vardı iftiracılığın...
Verilmiş sadakamız varmış, o yurtsever muhbir delikanlı kendisine söz verilince çıktı,
-Sayın hakimimim ortada örgüt filan yok. Ben bu adamları tanımam bilmem. Polis abiler söyledi, ben de yazdım. İfadem budur, deyince cümleten yeniden doğmuş gibi olduk. Evet salonda herkes birbirini tanıyordu ama şiddet örgütü filan da yoktu ortada.
Bence yoktu ama bende bir arıza olmalıydı ki, 35 sene ara ile yeniden sanık iskemlesindeydim. İbret alınıp ders çıkarılmazsa tarih işte böyle tekerrür eder ve zorla öğretir insana...
Sonra hayli düşünecek zamanım oldu; çalıştığım gazete bir dini cemaatin yayın organıydı. Bu cemaat genç kuşaklara büyük yatırım yapıyor, dört koldan bürokratik kadrolara memur ve yönetici yetiştiriyor, işe yerleştiriyor ve sonraları bana çok tuhaf görünen bir şey daha yapıyordu; bu gençler artık ebediyyen benliklerini ve geleceklerini cemaat hiyerarşisine teslim etmek zorundaydılar. Vakti gelince memur gibi yüklerini toplayıp tayin yerine gidiyor, “ağabey” veya “imam” dedikleri üstlerine harfi harfine itaat ediyorlardı.
Sonra ısıtılan havuzdaki kurbağanın ısı değişikliğini algılayamaması gibi, cemaat organizyonu olduğu sonradan anlaşılan kumpaslar, bürokratik tuzaklar, kamu adına güç ve otorite kullanan yargı ve emniyet görevlilerinin yetkisini suistimal etmesi hadiseleri yaygınlaşmaya başladı.
Bir nevi çifte otorite devri yani... Suyu yavaş yavaş ısıttılar...
Hariçten gazel okumayı çoktan geçip düpedüz iktidarın profilini dizayn etmek maksadıyla tuzak kurmaya kadar uzanan cüretkârlığı, o esnada farkedememek en büyüm hatam oldu. Muhtemelen biraz da gaza getirildiğimi düşünebilirsiniz ve bunu reddedemem. “Çocuk muydun birader” derler adama... Doğrudur. Bazen insanda basiret kapanması, mantık tutulması gibi şeyler oluyor. Hâsılı, o kritik andaki tereddüdüm ve “Sen Ahmet Hocasın; kaya gibi dimdik duruyorsun” şeklindeki övgüler nefsimi kararttı. Ceketimi alıp çıkamadım, memleketin kanlı bir badireye sürüklenmesine yol veren karanlık Fetö örgütünden ve onun güleryüzlü, iyi giyimli, şık gazetesinden hızla uzaklaşamadım.
Bunu yapmam gerekirdi, hem de yangından kaçar gibi... bunu o gün, o esnada hemen yapmam gerekirdi. Lüzumsuz ve yanlış bir yerde “kaya taklidi” yapmanın cezasını ağır ödedim ve ödemekteyim.
Gıyabımda hüsn i zan gösterenler kadar ağzını bozanlara da konuşma günü doğdu. Sükût ile geçiyorum. Ben bu dönemde aldığım ve alamadığım kararlardan nâdim oldum. Kendime, aileme ve sevenlerime çok acı verdim. Bilerek veya bilmeyerek incittiğim, kırdığım herkesten özür diliyor, helâllik istiyorum.