“Kavl-i leyyin” ile
Başbakanımız, 30 Mart seçimlerini dramatik bir final havasına sokmayı başardı; bunun için Allah vergisi liderlik kabiliyetini son zerresine kadar harekete geçirerek var gücüyle çalışıyor.
Parti teşkilatını bir lokomotif gibi sürükleyerek mahalli seçimlerin mutlaka kazanılması gerektiğinin altını çiziyor.
Onun seçim zaferleri gecesindeki balkon konuşmalarını hasretle yâd ediyorum; gereğini pek yerine getirmese de o Başbakan’ı hepimiz çok desteklemiş, tebessüm eden yüzünü sevmiştik. Ne var ki o, neredeyse pörsümek üzere olan Gezi krizine el koyduğunda sertleşmenin politik bir dil olarak ne kadar işine yaradığını hissetti ve o günden beridir huşûnet çehresini terk etmiyor. Öyle ki Gezi esnasında ortalığı yatıştırıcı sözleriyle büyük sempati kazanan Sayın Arınç bile gerginliğin diliyle mûtad nezâketinden ayrıldı. Dini cemaatlere hitaben sarf ettiği, “Biz varsak varsınız, yoksak yoksunuz” yollu sözlerinin sivil toplum kuruluşlarınca siyasi şantaj gibi anlaşılabileceğine bile aldırmaz görünüyor. Sair zamanda halîm-selim diye bilinen kabine üyeleri de yüksek tansiyona katkı vermeye başlayarak hepimizi şaşırtıyorlar. Hükûmete dışardan atanan İçişleri Bakanı’nın Erzurum’daki sözleri, zannımca liderinden başka kimseye sempatik görünmemiştir.
Öyle anlaşılıyor ki gerginlik siyaseti 30 Mart’ta sona ermek ne kelime, cumhurbaşkanlığı, hatta genel seçimlere kadar devam edecek!
Sert yaklaşımın, kavga dilinin, haşin ve yaralayıcı sözlerin toplumda karşılık bulduğunu varsaymak, bu topluma bühtandır. Herkes durumdan fevkalade rahatsız. Partinin demir çekirdeğini teşkil eden kesin inançlı seçmenlere bu üslûp belki yiğitçe görünebilir; liderin kavgadaki kararlılığı onları diriliğe, seçim yolunda daha istekli çalışmaya sevk edebilir fakat gerginliğin kötü tezahürleri daha şimdiden görülmeye başladı. MHP’li bir basın mensubunun seçim çalışmaları esnasında saldırıya uğrayıp öldürülmesi herkes için alarm sayılmalı. MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli, bu hadisede çok dirayetli ve sabırlı yaklaşımıyla takdir edildi; bu temkin noktasında herkes, bütün siyasi figürler bir araya gelmeli.
Siyasi muhalifler düşman değil. Cenab-ı Hak, Firavun’a bile Hz. Musa’nın “Kavl-i leyyin” ile yaklaşmasını emretmişti: “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki düşünür ve saygı duyar.”
Seçilen nefret kelimeleri belki taraftarların gönlüne neş’e ve kuvvet veriyor fakat geride kalan herkesi ürkütüyor. Buna gerek yok. Yürütme’nin görevlerinden biri de demokratik mücadelenin centilmence ve korkudan âzâde geçmesinin zeminini hazırlamaktır ve hiçbir seçim, milletçe kaçırılmaması gereken son tren değildir.
Sayın Başbakanımız bilse ki ortamı germek yerine ancak sevgi ve hoşgörüyü tercih ettiğinde o pek önemsediği siyasi kariyerini uzatabilecektir. Sertlik, onu destekleyenlerle birlikte eleştirenlerin de mukavemetini artırıyor. “Beni sevenler zaten eleştirmez; sevmeyenler ise ilgi alanımın dışında” denilemez. Başbakan’a siyaset öğretmekten teeddüp ederim; lider kendisini sevmeyenleri bile hoşnud ederek idare eden kişidir. Sertlik kolay ve maliyetsiz, tesamuh zor fakat bereketli...
Eğer sözlerim “Bak işte gevşediler, özür dileyecekler de yolunu yapıyorlar” şeklinde anlaşılırsa çok üzülürüm. “Lütfen hilm ü şefkati elden komayınız” ricası, mahsus tâbiriyle “Örgütçülerin, Haşhaşilerin nedâmeti” olarak okunmamalı; öyle bir yetkim ve niyetim yok. O köprülerin çoktan yıkıldığını bilmeyen kalmadı. Ricâm, Gezi’den bu yana sanki matah bir şeymiş gibi elden bırakılmayan gerginlik yaklaşımının bütün Türkiye’de siyasi havayı zehirlememesi hakkındadır. 30 Mart uğruna toplumun kalbine bu kadar yüksek basınç yüklenmemeli. Suçlu her kimse devleti işleterek adaletle derdest etmek yürütmenin asli vazifesi. “Bize darbe yapıldı” klişesine inandırıcılık kazandırmak için, bilumum herkesin ödünü koparmaya değmez. Bütün darbe iddialarının çürük çıktığı bir demde, örnek bir yaklaşım gösterip sağlam ve inandırıcı delillerle size darbe yapanları yargıya teslim edebilirsiniz fakat bu esnada yüksek tansiyondan ötürü zarar gören bigünahların vebali kime yazılır?