Kat be kat
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun bazı maddelerini değiştiren torba yasa uygulamasıyla bir mânâda bu bakanlığın varlık sebebini tartışılır hale getirdi; bu kanun kabul edilirse (ki 2x2=4) daha önce yargı kararıyla imar vaziyeti iptal edilen binalar affedilecek. (Zaten binaların ne kabahati var ki?) Affın gerekçesi kazanılmış hak kavramı imiş...
Eskiden kamu arazisine dikilen gecekondular da, ilginç bir zamanlamayla seçim öncesine tesâdüf eden imar afları ile affedilirdi.
Hükümetin, Karadenizli tâbiriyle “Bu konuda hassasum” diye yaklaştığı çok narin bazı mevzuatlar var; bunlardan ilki ihâle kanunu. Kaç defa değiştirildiğini artık kanun koyucunun bile bilmediğinden eminim; ikincisi ise aziz ve lezîz imar mevzuatımız! İhâle işleri ve imar mevzuatı, güzelim Türkiye’mizde doğru dürüst bir şey üretmeden, riske girmeden çok para kazanmanın en kritik araçları.
16/9 Gökdelenleri için bir ara, o dönemin başbakanı tarafından İBB Kadir Topbaş’a sitem edildiği yolunda haberler çıkmış, hatta küstüğü ileri sürülmüş ama daha sonra ‘ekâbir’den yani iktidara yakın çevrelerden haylice ismin, banka kredisine bile tenezzül etmeden trink para sayarak bu güzide binalardan ‘kat be kat’ satın aldıkları ortaya çıkmıştı. Bu gökdelenleri ilk gördüğümde, “Bre maaşallah, sahiplerine hayırlı olsun; bu eşsiz mimarlık âbidesini kimse tıraşlayamaz; aha da buraya yazıyorum” diyerek bindiğim aracın buğulu camına parmağımla not etmiştim!
Rant geliri kutsaldır çünkü; fıkıh kitaplarında henüz yok ise de fiilen böyledir. Tez zamanda zenginleşip köşeyi dönmek, balyemez güllesiyle bile yıkılmaz hale gelmek için bir ucu devletle tango’ya dayanan rant ekonomisini bu muazzez düzende kimse sarsamaz. Sadece bu satırların yazarı gibi iflâh olmaz hasetçiler ve milli birlik düşmanları köşesinde homurdanır dururlar. Beter olalım!
Yeni torba yasayı tebrik ediyor ve öpüyorum; Meclis’te bu yasaya oy verecek değerli vekillerimizi de ayrıca tahsîn ederim. Bu yaklaşımlarıyla sadece, “Vahh yazık; bitmiş bina yıkılır mı, affedelim gitsin, israf günahtır” diye düşünenlere hak vermekle kalmıyorlar, üstüne üstlük Türkiye’de ‘yargı kararı’ denilen lüzumsuz sistem takozlarının anlamsızlığını da yeniden vurguluyorlar. Bilindiği gibi delil toplamada gösterilen itinasızlık yüzünden ‘silbaştan’ edilen dosya kalmadı bugünlerde; hatta Yargıtay kararıyla kesinleşmiş davalar bile kırılıp-sarılıp yeniden görülmekte. Duyan zanneder ki yeni bir ‘Devr-i Ömer’dir. Yargı kararlarını restore eden bu adâlet hamlesi elbette amele takımının ve fukara-yı sâbirîn’in dosyalarını kapsamıyor; tuhaf bir tesadüf eseriyle hepsi de, saygıdeğer hükümetin vaktiyle küstürdüğü fakat sonradan âniden zuhûrat vâki olmuşçasına gönüllerinin alınması lüzumu görülen bir kısım etkili zevâtın mağduriyetleri ile ilgilidir.
Hemen heyecana kapılmayalım; bu anlamlı hukuk restorasyonlarının bilumum mağdurları kapsayacak derecede genişlemesi istikametinde iyimser bir beklentim yok. Gayet realistim bu konuda. Vaziyet şöyle: Yeni Türkiye’nin hukuk düzeni insanları ikiye ayırıyor; iyiler ve kötüler. İyiyle kötüyü, zannettiğiniz gibi hukuk değil iktidar belirliyor ve meselâ geçenlerde şâhit olduğumuz gibi henüz başlamamış, zanlıları bile ifade vermemiş bir soruşturma hakkında ba’zı siyasi yağızlar, “Bunlar muzır adamlar; inlerine gireceğiz; ötekileri de toplayacağız” şeklinde talimat veriyorlar. Hukuk da ne yapsın; o talimattan aldığı derin ilham ve vecd ile harekete geçiyor.
Demek ki nedir: ‘Yargı kararı’ kavramı hakkında bildiğiniz her şeyi unutmanız gerekecek. Kısaca şöyle tarif edeyim, yoğurtla ayran arası bir şey!.. [email protected]