"Kanun"un "hukuk"a ettiği...
Hürriyet'i tebrik ederim; mahreci muğlak bırakılmışsa da "Camide üniforma ile namaza ihraç" başlıklı haber bana göre bir gazetecilik başarısıdır.
Manşetinde futbolcu patırtısından yer kalmadığı için editör 15. sayfanın eteğini münasip görmüş. Takdir meselesidir ama haber çok önemlidir ve ayrıntıları, kendi vadisinde dönüm noktası teşkil edecek dramatik unsurlar taşımaktadır.
Bir astsubay üniformayla camiye gidiyor ve hakkında askeri mahkemede dava açılıyor; davası sona ermeden idari bir kararla astsubayın orduyla ilişiği kesiliyor. Bu arada astsubay "suçun askeri ceza kanununda düzenlenmediği" gerekçesiyle beraat ediyor ve tabiatıyla ordudan uzaklaştırılma kararının kalkması için Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'ne (yani askeri Danıştay) müracaat ediyor. AYİM ise ordudan atılma kararını destekleyerek idari kararı kesinleştiriyor. İşin ilginç tarafı, söz konusu kesinleştirme kararında AYİM, söz konusu eylemin "ceza hukuku açısından suç oluşturmasa da (...) idare hukuku açısından ayırma işleminin oluşturulmasına gerekçe teşkil" ettiği ve "davacının artık bu hizmet için elverişli bir kişi olma vasfı yitirdiği, tesis edilen idari işlemin tüm unsurları açısından hukuka uygun olduğu vicdani kanaatine varıl"dığının altını çiziyor.
Böylece ilginç bir durum ortaya çıkıyor; kişinin eylemi, ceza kanununa aykırı olmasa da askeri idare hukukunun rûhunu zedelemiş ve bu konuda "vicdânî bir kanaate" varılmıştır.
Ben şahsen camide askeri üniforma görmekten zevk duyarım ama ordunun bu konuda titizlik göstermesini anlayabiliyorum. TSK, personelinin sivil elbise ile ibadethanelere gitmesi konusunda sınırlama getirmiyor; bu, anlayışla karşıladığım ve kısmen de olsa iştirak ettiğim bir inceliktir ve şu tutumda ben "din aleyhtarlığı" sezenlerden değilim. Problem "hukuk devleti" kavramının icaplarından çıkacaktır; hukuk devleti, üniter ve egemen sınırlar içinde tek hukuk sisteminin buyurganlığını öngörür. Bizdeki uygulama çift başlılık arz ediyor; yani asker kişiler, askeri hizmetin icrâsında çıkan hukuki problemlerde normal hukuk nizamından parantezle ayrılmış bir askeri hukuk sistemine tabi bulunuyorlar ve bu çerçevede kendi mahkemelerini teşkil etmek, hatta kendi danıştay ve yargıtaylarını kurmak hakkına "kanunen" sahip bulunuyorlar. Bu özel parantezin en ucundaki sıradışı parantez ise Yüksek Askeri Şûra kurumudur. Bilindiği gibi YAŞ kararları, hiçbir şekilde -ne sivil ne askeri- yargı kuruluşlarının denetimine tabi değil.
İşte bu yüzden, "sivil" hukuk nizamı içinde aynı "cürm"ü işleyen bir başka memurun en çok kınama veya uyarma ile ceza görebileceği bir fiil, askerî hukuk çerçevesinde birdenbire ağırlaşarak meslekten atılmayla sonuçlanabiliyor. Dünyanın her yerinde askerlerin tâbi oldukları bir askerî hukuk sahası vardır ama bizdeki askerî hukuk, normal hukuk sisteminin içinde bir cüz olarak kalmak yerine, ayrı bir sistem imiş gibi görünebiliyor. Bu durumda, -ordu da bir devlet uzvu olduğuna göre- "devletin hukuka bağlılığının yargı denetiminde mühim bir açmaz ortaya çıkıyor ve şahsa bağlı temel haklar bakımından ordu mensuplarının statüsü zaafa uğruyor. Çelişki şurada: Türkiye'de kamu hukukunun devletçi karakteri, kamu görevlilerine özel teminatlar sağlarken, ordu mensuplarını evrensel hukukun sağladığı temel haklardan mahrum bırakıyor.
Mezkur yargı kararı "kanunlar"a uygundur; fakat "hukuk" fena halde zedelenmiştir. Her hâl ü kârda ordu mensuplarının tâbi olduğu hukuki çerçevede yeni düzenlemelere gidilmesi elzem görünüyor. Bu konuda ilk adımı ordunun atması doğrusu Cumhuriyet'in rûhuna uygun düşer.