Kanunî zulüm, meşrû şiddet!
Dersim Tenkili konusunda devletin niçin lüzumundan fazla sert ve abartılı şiddete başvurduğunu zihinde netleştirmek için, bir politikacı olarak Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın problem çözmekte tercih ettiği usûl, alışkanlık ve davranışları kavramak lâzım. Yapmak istediği şeyleri engelleyen unsurlara karşı yaklaşımı iyi anlaşılmalıdır.
1918 sonbaharında M. Kemal Paşa hiyerarşik üstlerine bağlı bir generaldi. Samsun’a üstlerinin bilgisi ve görevlendirilmesi ile gitti. Havza, Amasya, Erzurum ve Sivas’da yaptığı faaliyetler hakkında İstanbul’u daima bilgilendirdi. Ankara’da Meclis’i yeniden toplantıya çağırdığında (ki bu Meclis, yeni bir şey değil, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın devamı niteliğini taşır) temel gerekçesi işgal altındaki hilafet ve saltanat otoritesini kurtarmaktı. Esasen Meclis’in o gün itibariyle varlık sebebi de bu idi.
İlk BMM’de M. Kemal Paşa, sözünü esirgemeyen ve gözünü budaktan sakınmayan bir Meclis’le birlikte çalışmak zorundaydı; onların sert eleştirilerini göğüsledi, iknaa çalıştı, desteklerini sağlamaya dikkat gösterdi ve Meclis başkanı olarak toparlayıcı bir rol üstlendi. Bu döneminde M. Kemal Paşa çoğunluğun rızasına, temel toplumsal değerlere ve meşrûiyete azami itinayı gösteren demokratik bir lider görüntüsü çizer. Saltanat’ın kaldırılması gibi radikal bir adımda bile Meclis’in desteğine muhtaç olduğunun farkındadır. Bu dönemde gücünü Meclis’e karşı korumak için, adına sonraları Birinci Grup denilecek bir çekirdek mebus topluluğunu organize ettiğini görüyoruz, -ki bu topluluk daha sonra CHP’ye dönüşmüştür-. Bu dönemde mebuslardan Ali Şükrü Bey’in ve Deli Halit Paşa’nın Ankara’nın orta yerinde siyasi suikaste kurban gitmeleri hadisesinde M. Kemal Paşa, siyasi çizgisinin en bunalımlı günlerini yaşadı ve bu bâdirelerden, etrafındaki çekirdek kadronun desteğiyle beresiz kurtulmayı başardı.
1923 yılı haziranında Meclis’in yenilenmesi için seçimlere gidildi ve seçimlerden M. Kemal Paşa’nın yaptığı listeler galip çıkarken muhalefete mensup isimlerden sadece bir kişi Meclis’e girebildi. Âdeta muhalifsiz bir Meclis için onca gayret gösterilmesine rağmen M. Kemal Paşa, Meclis’in ikinci döneminde muhalefetsiz kalmış değildir; ilk Meclis’te kendisine muhalefet edenlerle arasında ideolojik bir mesafe koymaya çalışmış ve kısmen başarılı olmuştu ama bu defa muhalefet, liderliğe yakın çekirdek kadronun içinden geldi (TCF); yani ihtilâf ideolojik değil, düpedüz siyasi idi. M. Kemal Paşa TCF muhalefetini ve buna bağlı olarak bütün toplumsal muhalif odakları, Şeyh Sait İsyanı’nı bahane göstererek ama yine “kanunî meşrûiyet” sınırları içinde ortadan kaldırdı. Artık tek adam, tek parti dönemi başlıyordu.
1930’daki kısa süreli “Uysal muhalefet arayışı” denemesi hariç tutulursa M. Kemal Paşa, ölümüne kadar muhalefetin sesini doğrudan hiç işitmeyecekti. O derece ki, M. Kemal Paşa bu günlerde, uygulanan rejimin dışarıdan diktatörlük gibi göründüğünü fark etmişti; burada dikkat çeken nokta, ikazın içeriden değil dışarıdan gelmiş olmasıdır. Meclis, CHP ve M. Kemal Paşa tarafından tercih edilmiş isimlerden oluşuyordu ve basın hayatı tamamen rejimin sıkı denetimi altındaydı. O yüzden M. Kemal Paşa ve CHP, karşılaştıkları her problemde, kendi elleriyle sınırlarını çizdikleri “Kanunî meşrûiyet” içinde kanuna dayalı şiddeti kullanmaktan çekinmediler. Vaktiyle Şeyh Sait İsyanı, konunun özünü anlama ve siyaseten yatıştırma tedbirinden çok uzakta, askerî kuvvet kullanılarak bastırılmış, Şapka inkılabına gösterilen cılız muhalefet, aynı kanunî terörle dağıtılmıştı. Menemen isyanıyla ilgili tutuklamalar hemen akabinde tabii yatağını taşarak olağan şüphelilere kadar uzatıldı.
Dersim Tenkili, işte bu halet-i rûhiyenin eseridir. Muhalefetin denetimi şöyle dursun, âdeta kendi kendini târif eden bir iktidar kendini mutlak sayıyor ve karşılaştığı meseleleri “Kanunî terör”e başvurarak çözmeye çalışıyordu.
Atatürk 1925’den sonra yüzüne karşı ve doğrudan hemen hiç eleştirilmedi. Buna mukabil kendisi 1927’de bir hafta boyunca hazırladığı Nutuk’u Meclis’te okurken, bütün siyasi muhaliflerini sert şekilde hırpalamaktan çekinmedi; oysaki eleştirdiği kişilerin, suçlamalara fiilen cevap verecek derece şahsi hürriyetleri bulunmuyordu. Nutuk’a cevap niteliğindeki itiraznâmeler, ancak 1940’lı yıllarda yayımlanma şansı bulabilmiştir; bu kabil yayınlar ise DP tarafından alelacele bir “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkarılarak engellendi.
Muhalefetin neredeyse vatana ihanetle bir tutulduğu, buna mukabil iktidarın kendisine sınır tanımadığı bir ortamda Atatürk ve genel başkanı olduğu CHP’nin “kanunî meşrûiyet” çizgisini gözetiyor olmaları, pek mânâ ifade etmiyor; çünkü devletin resmî şiddetini, partiye bağlı alt komisyon gibi çalıştırılan Meclis’te alınan kararlarla meşrûlaştırmak, aynı kararları “Hukuk”a uygun hâle getirmekten çok uzaktı ve vicdânî değildi. Tunceli ahalisini tehcir’e mecbur eden kanun, neticede Meclis’in kararıydı ve bu açıdan kendi mantığı içinde meşrûdur ancak bu niteliği onu “Zulüm” kapsamından kurtarmıyor.
Muhalefete tahammülsüzlüğün neticesi her bakımdan acı ve utanç verici oldu; bu gerçeği en yakından hissedenler ise o devirde iktidara yakın durmak yerine vicdânî ve insanî kanaatleri ile muhalefettekiler oldu.