Kahramansız bir toplum olmak
Keşke hiç ihtiyaç duymasaydık ama bizim de kahramanlara ihtiyacımız var; tabii doğru tarif edilmiş kahraman kavramının içini dolduran kahramanlara. Mankenlere, şarkıcılara, futbolculara değil. İnsanın yaptığı işi layıkıyla yerine getirmesi kahramanlık olarak nitelenirse, günün birinde gerçek kahramanlığı fark edemeyebiliriz. Her çağ kendi kahramanlarını inşâ eder ve her çağ, kendi kahramanlarıyla yargılanır; çünkü kahramanlar, ait oldukları devri târif eder. Kahramanlar, biz istediğimiz ve öyle tercih ettiğimiz için ön plana çıkar ve örnek şahsiyet oluştururlar.
Eski sözlükler kahramanı "yiğit, cesur" diye tarif ediyorsa da kavramın zamanla muhteva değiştirdiğini kabul etmeliyiz. Yeni zamanların kahramanı, yiğitlik ve cesaretle hiç ilintisi olmadığı halde yaptıklarıyla topluma heyecan ve güç veren, övünç vesilesi teşkil eden ve yeni kuşaklara "modelinsan" olarak sunulan kişidir. Bu mânâda kahraman, içinde yaşadığımız devirde olduğu gibi, şahsında kuşakların değer yargılarını karşı karşıya getiren bir çatışma alanıdır da.
Altmışlı yıllarda Beatles grubu, batı toplumunun muhafazakârları nezdinde bile serseriliği yaymakla, alışılmış müzik zevkini bozmakla ve gençlere kötü örnek olmakla suçlandırılmıştı. Ne var ki aradan yirmi sene bile geçmeden Beatles'ların başta İngiltere olmak üzere batı kültür evreninde yüceltildiğine, klasik değer yerine konulduğuna hatta İngiliz Kraliçesi tarafından onurlandırıldıklarına bile şahit olduk.
Keza Hippiler, yetmişli yıllarda muhafazakârların cinini tepelerine çıkaracak derecede aykırı ve protest bir hayatın temsilcileri olarak sivrilirken, zaman, onların temsil ettiği hayat değerlerini de meşrulaştırdı. "Aynı yıllarda Türkiye'nin "toplum kahramanı" modelleri kimlerdi" diye sual ederseniz sıralamaya geçmeden önce an'anevi kültür değerlerinin o tarihlerde henüz çözülmeye uğramadığını hatırlatmamız gerekecek, yani "vatan, millet, Sakarya" kalıbının hâlâ küçümsenmediği zamanlar. Devrin kahramanlarını da hâkim değer kalıplarına uygun isimler teşkil ediyordu; güreş milli takımının şampiyonları, Milli Mücadele kumandanları vb. Kıraathane duvarları da aynı mealde resimlerle süslenirdi. O günlerde futbol, bugünkü kadar popüler değildi ve kahraman üreten yayın organları henüz çok sınırlı bir etki alanına sahip bulunuyordu. Modernleştikçe bizim toplumun kahramanları da modernleşti ve global değerlere uygun hale geldi. Bugünün kahramanlarını başlıca iki kategoride toparlamak mümkündür: Futbolcu ve manken. Tabii ara kategorileri; şarkıcı, türkücü, dizi oyuncusu hatta dansöz tiplerini de ihmâl edemeyiz.
"Kahramanlara ihtiyaç duyan toplumlara acımalı" görüşü ilk bakışta doğru görünüyor; peki nasıl bir toplumdur bu? Eğitim seviyesi ve verimliliği yüksek, özgüven sahibi fertlerden müteşekkil, kendisiyle barışık fertlerin çoğunlukta olduğu bir toplum elbette kahramanlara ihtiyaç duymaz. Kahramanlar sıradışı işler başarabilen, sıradışı kabiliyetlere sahip insanlarsa kahramansız toplum, sıradışılığa ihtiyaç hissetmeyen bir iş ve kabiliyet seviyesiyle mücehhez demektir. İşini lâyıkıyla yaptığı için bir insana onur pâyesi vermek kimsenin aklına gelmez. Ama hatırlıyor musunuz, bizde rüşvet almayan memur, sırf bu niteliği sebebiyle parmakla gösterilir ve övülür. Kabiliyetiyle kendi kategorisinden bir adım öne çıkan ve temayüz eden insanlar derhal dikkat çeker ve sivrilir ve bir anlamda kahramanlaştırılır. Kahramanlığın bu kadar kolay edinilmesi şüphesiz sağlık alâmeti sayılmamalıdır. Ne var ki sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde kahramansız toplum yok; sadece kahraman tipleri küçük farklılıklar gösteriyor.
Kabul edelim ki bizim kahraman anlayışımız artık tarihe karıştı; yiğitlik ve cesaret gibi faziletlere denk derecede ilimde, sanatta, eğitimde, sanayide, siyasette temâyüz eden kahraman tipi öldü. Yeni devrin kahramanları, bizim kuşağın asla hoşgörmeyeceği tarzda giyinen, konuşan ve davranan, hafif kadınsı ama mutlaka reklam endüstrisinin eseri insanlardır.
Keşke hiç ihtiyaç duymasaydık ama bizim de kahramanlara ihtiyacımız var; tabii doğru tarif edilmiş kahraman kavramının içini dolduran kahramanlara. Mankenlere, şarkıcılara, futbolculara değil. İnsanın yaptığı işi layıkıyla yerine getirmesi kahramanlık olarak nitelenirse, günün birinde gerçek kahramanlığı fark edemeyebiliriz.AKLINIZDA BULUNSUN;
AYDINLAR YÜZYILI VE ERGUN GÖZE
Gazete yazısı niteliğini aşamayan dar hacimli değerlendirmeler müstesnâ sayılmak kaydıyla yirminci yüzyıla veda ederken milletçe bir muhasebe yapmak ihtiyacı hissetmediğimiz bir gerçek. Tarihin en karmaşık asrında Türkler ne yaptılar sualinin cevabı, topyekün bir nefis muhasebesi ihtivâ etmek kaydıyla külliyat haline getirilebilse ne iyi olurdu.
Michel Winock'un kaleme aldığı "Aydınlar Yüzyılı"* isimli eser, "yirminci yüzyıl Fransası'nın hikâyesini, Fransız aydınlarının faaliyetlerinden yola çıkarak anlatıyor; 700 sayfa tutarında, itina ile kaleme alınmış, gerekli detay bilgisini muhtevi, ihtişamlı bir eser. Kitap, XX. yüzyıl Fransası'nın seyir defterini 1898 Dreyfus Davası'ndan başlamak üzere üç Fransız aydının şahsında gruplandırarak izah ediyor: Maurice Barres, Andre Gide ve Jean Paul Sartre. Eserde sadece "aydın"ın ve Fransa'nın değil, bütün bir yirminci yüzyılın icmâlini bulabiliyorsunuz.
"Aydınlar Yüzyılı"nı Türkçe'ye Ergun Göze kazandırdı; üstelik bir yıl gibi kısa bir zamanda. Kitabı incelemek fırsatı bulabilenler, bu tercümenin ne kadar zor ama kelimenin bütün müştaklarıyla mübarek bir gayret olduğunu teslim edeceklerdir. Üstelik "Aydınlar Yüzyılı"nın Türkçe baskısı, sair tercümelerde görmeye alışkın olmadığımız ve tam 80 sayfa tutarında ekler, kronoloji, indeks gibi fasılları da kapsıyor. Michel Winock, eserinin Türkçe'ye ehil ve titiz bir kalem tarafından kazandırılmasından büyük saadet duysa gerektir, zira son zamanlarda yapılan tercümeler maalesef "okunamaz" derecede berbat ve kısaltılmış metinlerle okuyucunun karşısına çıkıyorlar.
Ergun Göze, 70'li yıllardan bu yana, efsânevi Tercüman kadrosunun neredeyse hergün okuduğumuz yazarları arasında başı çekerdi ve sırf bu yazılarından ötürü bizim nesle karşı Ergun Beyi vazifesini yapmış olanlardan sayardım; Sayın Göze aynı kanaati paylaşmıyor olsa gerektir ki hâlâ Türk irfânına hizmet etmeye azimle devam ediyor. Kendisine şahsen ve neslim adına müteşekkirim. Bu hizmet unutulmaz!
* Michel Winock, Aydınlar Yüzyılı, Boğaziçi yay. İstanbul, 2002, 708 s. (web: www.bogaziciyayin.com, eposta: [email protected], tlf: 0212 520 70 76)
ALINTI:
"İlerliyoruz! Eğitimli insanlar, inançlarını bu 'ilerleme' kavramına çabucak ve tereddütsüz adamışlardır. Ama her nasılsa hiç kimse ilk akla gelmesi gereken soruyu sormamıştır: İlerleme, tamam ama hangi konuda? İlerlemenin hayatın tüm yönlerini ve tüm olarak da insanları içereceği hevesle varsayılmıştır. Marx'ın da 'Tarih bizi Tanrı'nın yardımı olmaksızın adalete götürecektir' sonucuna varması, işte 'ilerleme' konusundaki bu yoğun iyimserliğin sonucudur."
Yüzyılın Sonu, (Nathan Gardels'in Aleksandr Solzhenıtsyn'le yaptığı mülakattan) İş Bankası y. İst, 1999, s. 19 vd.
SÖZ:
"Kendi kusurlarımız olmasaydı, başkalarının kusurlarından bu kadar zevk almazdık."
la Rochefoucould