Kahraman mı?

Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün, kendi lideri tarafından istifa ettirilmesiyle döviz fiyatlarının bir günde on puan dolaylarında aşağı inivermesine mim koyalım.

Enis Öksüz bu kabinenin en samimi ve emanet ehli üyelerinden biriydi. Görev süresi içinde siyasi sicili lekelenmedi, şaibe altında kalmadı, görev kusuru görülmedi, buna rağmen çekilmek zorunda kaldı. Şahsen müsterih olduğunu zannederim; zira uğradığı talihsizlik kendisinin değil, partisinin mağlubiyetidir.

Hükümet fiilen siyaset yapabilme kaabiliyetini çoktan kaybetmişti; bu tablo içinde Enis Öksüz'ün partisi, kendi iradesiyle kabine içinde bile siyaset üretemeyecek bir manevrasızlığa zebun oldu. Kameralar önünde, "İstifasını ben istedim" derken MHP lideri, tasvir etmeye çalıştığım kıstırılmışlık hissinin bütün emarelerini sergiliyordu: Bakanının ardında duracak ve gerektiğinde koalisyondan çekilecek dirayeti gösteremezdi, daha hükümetin kurulma safhasında maruz tutulduğu manevra testinde bu hususta refleks taşımadığını hissettirmenin bedelini ödüyordu. Daha sonraki günlerde kendisine biçilen, "devletin yüksek menfaatleri için uyumlu çalışmaya itina gösteren sorumluluk sahibi ortak" rolünü pek beğenmiş olacak ki, diğer hükümet ortakları kadar olsun "tuluât" yapmayı aklından bile geçirmedi. Bir "istikrar unsuru" hatta bir "istikrar âbidesi" olarak görülmenin gururu, nefislerini okşuyor olmalıydı. Ağırbaşlı, ciddi, lüzumsuz yere konuşmayan, konuştuğunda metin dışına çıkmamaya itina eden, büyüklerini sayan, küçüklerini seven, aldığıyla yetinen ve istikrar uğrunda bacadan bile atlamaya hazır bir siyasi heyet olarak, herhalde bundan sonraki hükümet terkipleri için "güvenilir koalisyon ortağı" görüntüsü vermeye dikkat ediyorlardı. Bu yüzden olsa gerek, ahalinin dilinde gezinen "ürkek" sıfatına bile pek aldırış edilmedi. Siyaset yapmadan siyasi misyonlar üstlenmek kolay görünmüştü anlaşılan.

Görevde başarısızlık sebebiyle bakanların istifa etmesi gibi "aslında son derece tabii" bir siyasi gelenek mevcut olsaydı, bu hükümetin içinde ilk önce çantasını toplaması gereken kişinin Adalet Bakanı olması gerektiği konusunda kimsenin şüphesi yoktur zannederim. Bu dramatik istifa ile MHP, hükümet kompozisyonu içinde etkisiz eleman mevkiinde kaldığını açıkça kabullendi. Geleceğin siyasi tarihçileri, 57. hükümet içinde MHP'nin yerini hangi kelimelerle yazacaklar acaba?

MHP'nin hükümetteki müseccel başarısızlığını bir yana bırakalım "zira diğer hükümet ortakları bu başarısızlıkta elbette daha fazla inisiyatif sahibi olmak şerefini taşımaktadırlar" ama en azından seçmenleri tarafından MHP'den beklenen başka görevler de vardı: Bunlardan ilki, son on yılda iyiden iyiye suiistimal edilen "milliyetçilik" kavrayışının yeniden inşâsı idi; MHP bu konuda kendisi için takdir olunan rolün dışına çıkmamaya özel bir dikkat gösterdi ve böylece bir anlamda "millici" siyasetin, Türkiye'nin geleceğinde alması gereken yeri, cömertçe devlete ipotek etti. Bugün toplumda estirilen "yenilikçi" rüzgâr içinde, arzulanan mânâda millici bir fikir esintisi yoktur. Haklı veya haksız, sistemin defalarca refüze ettiği bir siyaset damarı kendi içinde yeni bir heyecan dalgası estirebiliyorken, MHP'nin fikrî dayanakları itibariyle bir heyecan ve cazibe teşkil etmeyişinin anlamı aslında pek acıdır.

MHP'nin bu hükümet içindeki görevi "epik" bir karakter taşıyor. Vaktiyle MHP'nin böyle bir göreve ikna edilmesinin hiç de zor olmadığına, iki yıl öncesinin gazete haberleri şehadet edecektir. Kahramanlık filmlerinde, geriye dönüşün mümkün olmadığı görevlere giden kahramanlar vardır. Onlar vazifelerini yapar ve geriye dönmezler. Kahramanlar ölür; ama uğrunda öldükleri şey yaşamaya devam eder. Epik hikâyelerin temel şartı, hikayenin netice itibariyle kahramanlık fikrini yüceltmesidir; filmin sonu eğer "traji"komik" bir finalle nihayetlenirse (ki öyle görünüyor), kahramanları kimse hatırlamaz.

Keşke şu berbat hikâyenin, kahramanların öldüğüne değecek bir finali olsaydı!


Kaynak (Arşiv)