"Kaç bu Müslümanlardan, sığın bu Müslümanlara"
Türk yönetici elitinin Türk toplumuna uygun gördüğü istikamet, Avrupa Birliği üyeliği; ama ne pahasına olursa olsun. "İstiskale uğrayabiliriz, enayi yerine koyulabiliriz, hatta âmiyâne tabirle bu yolda işletilebiliriz; mümkündür ve olabilir; moralimizi bozmamalı, Avrupa 'sırat-ı müstakim'inden vazgeçmemeliyiz!"
Böyle düşünüyorlar ve açıkça bu düşünceyi seslendiriyorlar. İki gün önce yayınlanan bir televizyon programında Meral Gezgin Eriş bunları söyledi. Evvela bir kamuoyu anketi sonucu üzerinde konuşuldu; buna göre toplumun % 80 küsuru AB'ye girmek taraflısıymış. "İşte" diye atıldı Meral Hanım, "halkımızın engin sağduyusu bu". Meğer kendileri de bu mealde bir anket yaptırmışlar ve aynı sonuç çıkmış. "Peki, AB üyeliği, Kıbrıs'tan vazgeçmek anlamına gelirse vaziyet ne olacak?" sorusuna halkımız, "O kadar da uzun boylu değil." cevabını verince Meral Hanım yine atıldı; "Ama bu soru yanlış, soru yanlış olursa cevap da yanlış olur; politikacıların görevi, toplumu trajik bir tercihte bulunmaya zorlamadan AB üyeliğini gerçekleştirmektir."
Anket sonuçlarının sıhhati hakkında yorum yapmıyor ve doğru olduklarını kabul ediyorum. Ne var ki anketlerde kaidedir; hangi cevabı istiyorsanız, suali öyle sorarsınız. Türk toplumuna insanca yaşamak için AB'ye katılmaktan (veya düpedüz çekip gitmekten) başka alternatif bırakmazsınız elbette AB'yi onaylayacaktır. Yöneticilerimiz, toplumun nasıl bir kıstırılmışlık duygusu içinde debelendiğini göremiyorlar; bir yanda uğruna can koyulacak kadar sevilen bir ülke, diğer yanda bu ülkenin halkını giderek yoksullaştıran, kamu alanlarından uzaklaştıran, inançlarına saygı göstermekte bile bile zorlanan bir yönetici sınıfı var. AB'ye katılmayı isteyenler, aslında yönetici sınıfa güvenleri kalmadığı için, tam üyelik statüsüne geçildiğinde birliğe devredilecek egemenlik haklarının artık tepelerinde balyoz gibi sallanmayacağını umdukları için evet diyorlar. Bu evet kararı, eğer doğru okunursa bir firar içgüdüsüdür ve çok acıklıdır. Muhammed İkbâl'in "Kaç bu Müslümanlardan, sığın bu Müslümanlara" dediği üzere halkın nazarında AB üyeliği, Türkiye'de mevcut kamu yönetimi realitesinden daha insanca, müreffeh ve adil bir kamu düzenine firar arzusunun izharıdır. Zira -artık kabul edelim- yönetici elitimizin, AB'ye girmeye lüzum kalmaksızın Türk toplumuna AB standartlarında bir kamu yönetimi sunabilme projesi yoktur!
Yarının dünyası bugünlerde müsveddeye çekiliyor. Biraz ufuk sahibi herkes sezecektir ki Türkiye, AB'ye asla girmeyecektir; kırmızı mumlu, pembe kurdeleli davetiye mektubu gönderseler de Türkiye'nin yönetici eliti, Türk toplumunu kendi denetiminden çıkaracak bir siyasi, iktisadi ve sosyal organizasyona katılmak arzusunda değildir zira bizim yönetici elitimiz, kalite itibariyle ve zihnen dünya ile rekabet edebilecek vasıflardan mahrumdur. Onlar kolay yönetmeye, yönetimde manipülasyona tevessül ederek siyaset kurgulamaya alışkındır; aksi tarzda davranmayı seçselerdi bugün "kamu" ile toplum arasındaki güven uçurumlarını dişleri ve tırnaklarıyla derinleştirip durmazlardı; tam aksine kendi dinamizmimizi kullanarak çoktan AB standartlarında "muasır" bir ülke olurduk.
Geçelim bunları; yarının dünyasında AB'nin bile yeri yok! Türkiye, âlemin herc ü merce uğradığı bu berzahta -kötü de olsa razıydık ama- maalesef yönetimsiz ve siyasetsiz kalakalmıştır ve ufuksuz bürokrasisinin insafına terk edilmiş haldedir.
Keşke Meral Hanım'ın nikbinliği, sahici bir esasa dayanıyor olsaydı!