İtidal, aman itidal!
Tam da "bir şeyler değişmeye başladı, ilk kıpırtılar hissediliyor" duygusuna kapılmak üzereydik; ama birkaç günlük nikbinliği olsun çok gördüler: Ahmet Taner Kışlalı'nın katli, Türkiye'nin gündemine bir bahar rüzgarı gibi esen demokratikleşme mutabakatına kasdetti.
Ahmet Taner Kışlalı ismini, Kültür Bakanlığı yaptığı yıllarda tanıdık. Hakkındaki ilk intibam, bakanlık döneminde yayınlanmasına vesile olduğu "Ulusal Kültür" dergisinin, Kültür Bakanlığı'nın daha önceden çıkarmakta olduğu "Milli Kültür" dergisinden daha dolgun ve daha hamuleli olduğu biçiminde idi. Ulusal Kültür'ün muhteviyatı, doğrusu hiç de dünya görüşümüzle uyuşmuyordu; ama kalite farkını o terör günlerinde bile hissedebilmiştik. Daha sonra Kültür Bakanlığı, Kışlalı devrinde "Çeviri" adı altında bir tercüme dergisi de yayınladı. Bugün kütüphanemde Ulusal Kültür ve Çeviri dergilerinin bulabildiğim bütün nüshaları duruyor; ama "Milli Kültür"leri elden çıkarmışım; bu şüphesiz önemli bir kriterdir. A. Taner Kışlalı, bakanlık yaptığı yıllarda bizim için "öteki uç"u temsil ediyordu; ama kendisine saygı duyulmasını başaran bir "öteki"likti bu.
Türkiye'de demokratikleşmenin ivme kazanmasından endişe duyanların ve toplumda dehşet hissini yaygınlaştırmak amacıyla bir kurban arayanların niçin A. Taner Kışlalı ismi üzerinde durdukları oldukça manidardır: A. Taner Kışlalı, ılımlı, muhaliflerinde bile saygı uyandıran ve bilindiği kadarıyla Türkiye'de kolektif bir hınca muhatap olması beklenmeyen bir isimdi. Hayat hikayesinin ayrıntıları ve ilmi kariyeri onun dikkate değer, ciddi bir aydın birikimine sahip olduğunu gösteriyor. Faili meçhul cinayetlere kurban giden diğer aydınlar da aşağı yukarı aynı nitelikleri taşıyorlardı. "O halde niçin?" sorusu geliyor akla; bu sualin şu anda tahmin edilebilecek en makul cevabı, Ahmet Taner Kışlalı'nın, aydınlar ıskalasında "Kemalist Cumhuriyetçi" diye tabir olunabilecek bir mevkide yer alması olabilir. Nitekim, aynı koordinatlarda yer alan bir emekli kamu görevlisi, feci suikastın üzerinden henüz bir saat bile geçmeden hadise mahallinde verdiği beyanatta, "Bu cinayet, demokratikleşme ve ütopik insan hakları edebiyatının devleti ne kadar zaafa uğrattığını ve bir kısım aydınların nasıl gaflet içinde yüzdüklerini gösteriyor" derken bence oldukça manidar bir yorumda bulunuyordu.
Hafiyelik merakına yenik düşerek erken teşhislerde bulunmak yanıltıcı olabilir; ama bu menfur cinayetin Türkiye'de solculara, Kemalistlere, Cumhuriyetçilere yönelik olmaktan ziyade Türkiye'nin "demokrasi içinde demokratikleştirilmesi"ne kasdettiği çok aşikar gibi görünüyor. Dolayısıyla verilen beyanatlarda mutedil davranılması, katilin veya tetiği çektirenlerin kimliği malum imiş gibi peşin husumetlerin sağa sola boca edilmesi yanlış olacaktır. Vakıa aydınlar arasında aklıselim sahibi yorumların neredeyse ekseriyet kazandığı görülüyor; ama cinayetin ilk gününde bazı televizyon kanallarında habercilik uğruna infial halindeki acılı insanların burnuna mikrofon uzatılmasının ne kadar kışkırtıcı sonuçlar doğurabileceğini ürpererek gördük. Bu halet içindeki bir orta yaşlı hanım, kendisine uzatılan mikrofona, "Atatürkçülerin başı sağ olsun." derken belki samimi bir acı içindeydi; ama Türkiye'de Ahmet Taner Kışlalı gibi aydının katline cidden üzüntü duyan başka insanların olduğunu düşünememek korkutucuydu.
Suikast gününün geç saatlerinde cinayete duyulan tepkileri seslendiren bazı kanaat önderlerinin, hayret verici bir tarzda meseleyi "laikçi-cumhuriyetçi" dikotomisi içinde yerleştirmeye çalıştıklarına şahit olunca, suikastın ilk meyvelerini vermeye başladığını acıyla fark ettim ve üzüldüm.
Ahmet Taner Kışlalı'nın katlini nefretle kınıyor, merhuma rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Bu meselede kendini fikir beyan etmeye gören herkesin itidalle düşünmesi ve her sözü tartarak konuşması toplumsal barış açısından son derece önemlidir.
"Fail"in bu defa meçhul kalmaması dileğiyle bu yaşadığımız son facia olur inşaallah!