İtibarsızlaştırılan yargı ve seçim güvenliği
Yakın bir zamana kadar şöyle düşünüyordum: “17 Aralık’la başlayan süreç, Başbakan tarafından pekâlâ yönetilebilir bir krizdi. Evet, 3-5 puanlık oy kaybedilebilirdi, hatta dört bakanın azliyle beraber bir itibar düşüşü de yaşanabilirdi fakat hükümetin arkasında (bugün hâlâ varlığını sürdüren) bir seçmen ve kamuoyu desteği vardı.”
Böyle düşünüyor ve Başbakan’ın sertlik yolunu seçerek kavgayı körüklemesine bir mânâ veremiyordum.
Bu arada çoğumuzun ihmâl ettiği bir nokta var ama: 17 Aralık’ta yaşananlar, en azından o günün öğle saatlerine kadar kanunların normal akışıyla cereyan etti; dolayısıyla 17 Aralık soruşturması hakkında hayli bilgi sahibiyiz. 25 Aralık’ta soruşturmanın ikinci safhası için adli cihaz harekete geçtiğinde çok sert bir frenle durduruldu. Birkaç bilgi kırıntısı ve isim dışında soruşturmanın ayrıntıları kamuoyuna yansımadı. Bu esnada emniyet ve adliye bürokrasisinde bir sürgün fırtınası estirildi. Binlerce polis kış şartlarında yerinden edildi. Soruşturmayı yürüten adli merciler görevinden uzaklaştırıldı.
Ne var ki 25 Aralık’ta kesintiye uğramış görünen soruşturma süreci, bu defa internete düşen dinleme kayıtlarıyla bambaşka bir safhaya girdi. Normal şartlarda sadece adlî makamların bilmesi gereken müthiş ayrıntılar, sosyal medya aracılığı ile kamuoyuna açıldı.
O zaman gördük ve fark ettik ki, yolsuzluk iddiaları merkezli kriz hiç de yönetilebilir bir süreç değildir ve ortalığa saçılan deliller, niteliği itibariyle çok ağırdır. Yani bir mânâda Başbakan için, bu noktadan sonra sadece iki yol kalmaktadır: Ya görevinden çekilerek yeni bir kabinenin kurulup görev almasının yolunu açacak veya ne pahasına olursa direnerek iddiaları değersizleştirip süreci geciktirmeye çalışacaktır.
Başbakan ikinci yolu tercih etti ve bu tutum bir devlet krizine yol açtı. Garip bir çelişki yaşıyoruz: Başbakan ve aile üyeleri başta olmak üzere, bazı önemli bakanlar, danışmanlar, bürokratlar ve işadamları hakkında ağır iddia ve ithamlar barındıran kayıtlar artık gündelik hayatın bir parçası hâline gelmiş olmasına rağmen adli süreç işletilemiyor.
Bu garip durumu farklı bir örnekle daha görünür hâle getirebiliriz: Yukarda sıralanan kişiler, mesela bugünlerde –teorik olarak- hangi tür suçu işlemiş olurlarsa olsunlar haklarında adli takibat yapılması ancak kendi rızalarına bağlıdır.
Adli sürecin tıkanmış olması bir devlet krizidir ve diğer boyutuyla bir anayasa ihlâlidir.
Hükümet, ağır bir iftiraya uğramış olabilir; tarihin en büyük ihanetiyle karşı karşıya kalmış da olabilir ama bu iftira ve ihanetin soruşturulması, şu anda fiilen mümkün değil, zira tıkanıklığa sebep olan devletin yürütme gücüdür. Yürütme gücü yine fiilen yasama ve yargı faaliyetlerini kontrolü altına alarak bloke etmiş durumda.
İçinde bulunduğumuz devlet krizi, hükümetin itibarını sarsıyor; Anglosakson siyaset ikliminin diliyle “Lame duck” yani topal ördek durumuna getiriyor; yasama ve yargıyı baskı altına alan bir kabinenin, birkaç hafta sonra ülkede sağlıklı bir seçim yapılmasını nasıl sağlayacağı vahim bir sorudur.
Hür seçimler, bütün demokratik ülkelerde bağımsız ve tarafsız hâkimlerin gözetiminde yapılır; fakat yargı ağır bir baskı altında bulunuyor. Onlarca anayasa ihlâli şüphesi kovuşturulamıyor. Öte taraftan hükümet, alelacele Meclis’ten geçirdiği kanunlarla adli cihazı yeni açmazlara sürüklemiş durumda: Özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasından sonra yapılan tahliyelerden bazısı toplumsal vicdanı acıttı. Durumları mahkeme tarafından değerlendirilerek salıverilen bazı tutuklular, beraat etmiş gibi davranmaya ve beyanatlar vermeye başladılar. Balyoz, Ergenekon ve benzeri davaların tutuklu ve hükümlüleri, kendilerini destekleyen basın kanadının yardımıyla etkili bir kampanya açtılar ve hapishanelerin boşalmasını istiyorlar. Bu keşmekeşi, genel bir affın bile çözebilmesi mümkün değil gibi.
Kendi krizini yönetemeyen hükümet, galiba ardında yönetilemez hâle getirdiği bir yönetim cihazı bırakacak. Sistem ise ne yazık ki olup bitene seyirci kalmak durumunda.
Anlaşılan şu: Devlet krizi, mahalli seçimlerin yapılmasıyla sona ermeyecek, aksine derinleşecek ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bugünleri mumla aratan bir yüksek tansiyonda geçecek.
Zor günler bizi bekliyor.