İstikbâl neredeydi; cevabı İran veriyor!

Gazetelerimizin çoğunun görmediği, belki görmezden geldiği küçük bir haber yayınlandı dün; haber, İran'ın, tamamen kendi imkânlarıyla savaş uçağı üretimine başladığından bahsediyordu.

İran... uçak..., hem de F tipinde gelişkin savaş uçağı?..

Doğru mudur, yoksa bu, İran'ın ABD ile giriştiği sinir savaşının değişik bir safhası olarak geliştirdiği bir iddia mıdır; bunu henüz bilmiyoruz; fakat bizzat Savunma Bakanı Muhammed Nejar tarafından açıklandığına göre ciddiyet payı yüksek olsa gerektir.

Yerli mantığımız, "yok canım, yapamazlar; savaş uçağı yüksek teknoloji ister; yüksek teknoloji ise İtalya'nın Arnavutluk hududundan başlayarak tâ Japonya'ya kadar bulunmayan bir hünerdir" diye işler. Belki de bu mantığı fazlaca ciddiye aldığımız, ara sıra sorgulamaktan kaçındığımız için 30'lu yıllarda rahmetli Nuri Demirağ'ın başlattığı yerli uçak sanayiinin hikâyesini bile hatırlamakta isteksiz davranıyoruz. Bildiğiniz gibi Demirağ isminin Sivas Havaalanı'na verilmesi yolundaki istekler, geçen sene dönemin başbakan yardımcılarından biri tarafından ciddiye bile alınmamıştı!

Nuri Demirağ'ın yolu kesilmeseydi bugün bizim de bir uçak sanayiimiz olur muydu; savaş uçağı yapabilir miydik; bu kadarını kestirmek zor fakat o birikim değerlendirilse, uçak alımında dışa bağımlılığımız herhalde çok daha düşük olurdu. Uçak denince akla hemen gelişkin yolcu ve savaş uçakları gelmemeli; kargo taşıyan, keşif, sulama, ilaçlama, arama-kurtarma, hatta uçak seferlerinde göre kör noktalarda kalan iller arasında dolmuş uçuşları yapan tipte uçak ihtiyacımızı pekâlâ karşılayabilirdik; bu mümkündü.

Sadece uçak mı; meselenin bir de helikopter boyutu var. Helikopterin bugün kullanılmadığı, işe yaramadığı sektör yok gibi ve biz Türkler hâlâ yukarılarda bir pat pat sesi duyduğumuzda, nadir rastlanan bir nesneymiş gibi başımızı yukarılara kaldırır bakar; boş zamanlarımızda ise bol bol uçak ve helikopter belgeselleri seyredip, sonra dudağımızı bükerek birbirimize, "gâvur yapıyor kardeşim; helâl olsun" diye birbirimize küçüklük kompleksi aşılarız.

Mars'a insansız uzay laboratuvarı gönderelim demiyoruz; sene 2007, niçin biz hâlâ pırpırlı uçak, patpatlı helikopter üretemiyoruz diye sual ediyoruz.

Kim cevap verecek, kim hesap verecek?

Atatürk'ün "İstikbâl göklerdedir" vecizesinden bu yana 75 sene geçti. İstikbâlin göklerde olduğunu gördük ama kılımızı kıpırdatmadık. Mesele savaş uçağına geldiğinde ise muhtemel bir askerî harekâtta hava kuvvetlerimizin kaç gün veya kaç saat bağımsız harekât yapabilecek durumda olduğu hakkındaki şehir efsânelerini hatırlamadan edemiyoruz.

Atatürk'ün İş Bankası'ndaki hisselerini miras kabul edip işletmekte zerrece kusur göstermedik, bravo; peki, "İstikbâl göklerdedir" sözünden çıkarılması gereken bir miras, bir vazife hissesi yok muydu? Havacılık sanayii, o hep ideolojik düzlemde kalan Atatürkçülük retoriğinin en elle tutulur, en göze görünür ve hayrı dokunur aksâmı olarak niçin sanayiimizin öncü sektörlerinden biri haline getirilmemiştir?

"Ülkeyi İran gibi yapmak istiyor bunlar" sözündeki gizli tezyif, bugün daha anlaşılır hale gelmiş bulunuyor. Bu gibi sözleri sarfedenlerin sadece İran'ı değil, -maalesef- Türkiye'yi de hiç tanımadıkları ortada. Türkiye'nin İran'dan Şiilik esasına dayalı bir rejim ithal etmesi dün muhâl ihtimaldi, bugün muhâlden de muhâldir ama komşumuzun nükleer teknoloji ve havacılık sektörlerinde kaydettiği başarıları artık kaale almak durumundayız.

...

Boş verin savaş uçağını, uçak maketçiliğinde neredeyiz haberiniz var mı?


Kaynak (Arşiv)