İstanbul'a yağmur yağdı: İki kişi boğuldu
Geçtiğimiz bayram günlerinde İstanbul'a yağmur yağdı.
Küresel ısınma konusunda öyle terörize edilmiş, öyle korkutulmuşuz ki, bu sıradan haber dikkatimi çekti; çünkü küresel ısınma efsanecileri öyle bir fırtına estirmişti ki, bundan sonra hiç yağmur yağmayacakmış, içmeye bile su bulamayacakmışız gibi bir hisse kapılmıştık.
İstanbul'a yağmur yağdı, barajlarda iki haftalık su birikti ve bir şey daha oldu.
Şehrin içinde iki kişi yağmur sularında boğuldu.
Selden değil, yağmurdan bahsediyoruz; sıradışı bir âfet değil, sıradan bir meteoroloji hadisesi...
Hiçbirine şahsi düşmanlığım, antipatim veya sempatim yoktur fakat ben İstanbul Valisi'nin yerinde olsaydım şu boğulma olayında sorumluluğu üstüme alır ve bir basın toplantısı yaparak istifa ederdim. Aynı şeyi aynı zamanda özellikle Belediye Başkanı'nın yapması da çok isabetli olurdu.
Kabahatli olduklarından değil; sorumlu oldukları için bu jesti yapmalıydılar fakat bizim siyasi kültürümüzde sorumsuz mesuliyetten ötürü görevden çekilmek kavramı gelişmediği için şu teklifimi mânâsız ve yersiz bulacaklarını, hatta bir nevi şahsi husumet gösterisi gibi algılayacaklarını tahmin edebilirim.
Bizde böyle bir istifa kurumu çalışabilseydi, esaslı meselelerimizin halli biraz daha kolaylaşabilecek, problemlerimizi pasaklı bekârların yaptığı gibi kilim altına itelemeyi çare görmeyecektik.
Elbette İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı, yağmur yağınca İstanbul'u sel basmasından tek başlarına sorumlu tutulamazlar; çünkü bu rezaletin ortaya çıkardığı ihmâl, geriye doğru belki elli sene boyunca görev yapmış bütün yöneticileri, mahalli siyaset adamlarını ve merkezî hükümetleri ilzâm eder, mes'ul hâle getirir.
İstanbul'un tam nüfusunu bilmiyorum; on milyondan fazladır fakat önemli olan kesin sayı değil miktardır; İstanbul'daki nüfusun miktarı insânî hadleri aşmış bulunuyor. On milyonluk şehir olmaz; şehircilik ilmine aykırıdır, akla, basirete, ekonomiye, işletmeciliğe ve hatta dine bile aykırıdır.
Böyle bir insan ve bina yoğunluğu olan, ağır trafik derdiyle her gün cebelleşen bir şehirde içmeye su, solumaya hava, yemeye ekmek bulabilmek günübirlik mucizelerdendir ve günün birinde mutlaka aksar; nitekim aksıyor fakat görmezden geliyoruz.
Ve eğer varsa bu hadise, Türk medeniyeti fikrini temelinden çürüten, yer ile yeksân eden bir uygulama, fecî bir ihmâldir; çünkü medeniyet şehirlerle temsil olunur. Şehirlerde kurulan hukuk nizamı, geçimlik düzeni, ulaştırma, haberleşme ve sosyal münasebetler birer medenî inşâdır. Şehir ölçeğinde başarılı olamamış bir düzenin kendini medeniyet diye nitelemesine insâf rıza göstermez.
Biz İstanbul'u, ölümü muhakkak bir ağır yatalak hasta gibi olağanüstü bir sabırla yaşatıyoruz. Bu ihtimâmın saygı gösterilecek, tebcil edilecek bir tarafı yoktur. İstanbul'u yaşatıyoruz çünkü ondan nemâlanmaktayız; İstanbul'u yaşatıyoruz çünkü mecburuz. Sâkinlerine Allah'ın her günü yaşattığı büyük eziyetlere, çilelere rağmen bu şehre sabrediyoruz, çünkü henüz ekonomik ömrü tamamlanmamıştır.
"Gittiği yere kadar gider; biz bu esnada kârımıza kisbimize bakalım" diye düşünüyoruz. Bunun adını sabır koymak doğru değil, bu en hafifinden yanlış fakat doğru olduğunu sandığım nitelemeyle vahşice bir şey.
Böyle giderse İstanbul, kağşamış, köhnemiş, temelleri çürümüş görkemli bir saray gibi kendi ağırlığının baskısı altında büyük bir gümbürtü ile çökecek ve sonrası bir kâbus halini alacak.
Bizde hükümetlerin bir İstanbul siyaseti yoktur; olamaz, çünkü İstanbul, Türkiye'nin en büyük seçim bölgesidir ve İstanbul'u kurtarmak için bir hükümetin almak zorunda olduğu radikal tedbirler, İstanbul'da yaşayanların hoşuna gitmeyecek, feryatlara karışmış şiddetli itirazlarla karşılanacaktır.
Bu tedbirlerden en hafifi sayılmak lazım gelen göçü durdurma ve şehir nüfusunu -icabında antidemokratik dayatmalarla- sâbit tutma tedbiri bile şu an itibariyle çok uzaklardadır. İşin acı tarafı şu: Ne yapmak gerektiği biliniyor fakat uygulamaya kimsenin eli gitmiyor.
İstanbul'da yeni arsa üretiminin derhal ve kararlılıkla durdurulması lazım; İstanbul'un çevresindeki yeşil alanların, su yataklarının ve tarım alanlarının sanki Topkapı Sarayı'nın bahçesiymiş gibi çok sert tarzda koruma altında tutulması lazım ve vakit geçirilmeden -Türkçesi berbat bir tamlama- "Kentsel Dönüşüm" projesinin hızla ve kararlılıkla uygulanması lazım.
İstanbul'un yeniden kurulması, yeniden planlanması, gerekiyorsa birçok çevre semtinin boşaltılarak yeniden insansızlaştırılması lâzım; kimin gücü yetebilir böyle cesur kararlara?..
Aksiyon'da geçen hafta yayımlanan üçüncü köprü ile ilgili arsa spekülasyonu haberini bu bakışla yeniden gözden geçirmenizi hatırlatmak isterim. İstanbul'u kurtarmak için yeni yollar, yeni köprüler, yeni binalar gerekmiyor; bilakis mevcutlarının azaltılması, seyreltilmesi gerekiyor; bu gibi tedbirleri değil uygulamak, sohbetini etmek bile bir siyasetçi için intihar demek olur.
Deprem felaketinin bile yeterince "uyarıcı" sayılmadığı bir genel hâlet-i ruhiye içinde yağmur yağdı diye koca İstanbul'un ortasında iki kişinin boğularak can vermesine de bu yüzden kimse aldırış etmeyecek; kimse kusursuz sorumluluk sebebiyle istifa etmeyecektir. Aynen tahmin ettiğimiz gibi İstanbul, topyekûn iflâs edip kendi ağırlığı altında ezileceği güne kadar kullanılacak, sömürülecek, etinden, sütünden, tırnağından, derisinden, kılından, yağından son zerresine kadar istifade edilmek cihetine gidilecektir.
İstanbul'a böyle bir zulmü revâ gördüğümüz için "medenilik" iddiamızı da tartışılır hale getirmemiz ise kültür adamları da dahil, kimsenin umurunda bile değildir; bu da işin en çok can acıtıcı kısmı.
AKLINIZDA BULUNSUN: TÜRKİYE GÜNLÜÄÜNDEN EVLADİYELİK BİR 22 TEMMUZ SAYISI
Türkiye Günlüğü Dergisi'nin 90. sayısı son derece etraflı ve derin bir "22 Temmuz Seçimleri" dosyası halinde yayımlandı. Öyle zannediyorum sayfa sayısı itibariyle 90. sayı, 184 sayfalık hacmiyle kendi rekorunu da kırmış bulunuyor. Önümüzdeki yıllarda 22 Temmuz seçimleri hakkında bilgi edinmek veya araştırma yapmak isteyenlerimiz için "22 Temmuz 2007; Sosyolojinin siyasete cevabı" adlı kapakla yayımlanan bu sayı bir klasik, bir "olmazsa olmaz" haline gelecek.
İrtibat için: 0312 426 66 16
e-posta: [email protected]