İşler niçin hep kötüye gidiyor?
Halk arasında, “Üzerimde bir uğursuzluk var; işim rast gitmiyor, neye el atsam kuruyor. Ağustosta suya girsem balta kesmez buz oluyor” şeklinde ifade edilen hâl vardır. Şimdi aynı psikolojinin veya bâtıl itikadın Türkiye’yi yönetenleri etkilemeye başladığını düşünüyorum.
Nelerin yolunda gitmediğini sıralamaya gerek yok; ekonomiden iç barışa, diplomasiden hudut güvenliğine, eğitimden istihdama kadar hemen her alanda hükümetin işi rast gitmiyor ve yöneticiler bu aksilikler dizisini, artık bir bâtıl itikat, bir saplantı hâline getirdikleri ‘paralel devlet yapılanması’ uğursuzluğu ile izaha çabalıyorlar.
Bu bâtıl itikat hayli zaman işe yaradı, Türkiye kamuoyu bu izah biçimini kabullendi ve yöneticilerimiz, beceriksizliği, bilgisizliği ve tecrübesizliği mucizevi bir şekilde maskelediği düşünülen bu edebiyata fazla yüklenmeye, onu olur olmaz yerde tüketmeye başladılar.
Teorik açıdan devletin sinir uçlarına ve beynine kadar sızarak onu kendi amaçları için kullanmaya çalışan bir örgütün varlığı mümkündür. Ne var ki paralel yapının varlığı ve kötü etkileri fark edildikten sonra hâlâ aynı mazerete sığınıp yanlış politikaları aklamak, beraberinde tutarsızlıklar ve cevaplanması gereken sorular getirir: “Eğer gerçekten varsa bu güçlü örgütün tesiri niçin basit bir operasyonla kırılabilmiştir? Mâsum ve olayla ilgisiz oldukları çok âşikâr biçimde belli iken sırf intikam ve yıldırma kastıyla ev kadını, küçük esnaf, öğrenci yurdu, dershane, sıradan memur gibi unsurlar hemen her gün operasyona tabi tutulduğu hâlde hâlâ bütün uğursuzlukların sebebi olarak paralele sığınmak ne kadar aklî ve inandırıcıdır? Bırakınız ekonomi, terör, yanlış dış politika, yazboz eğitim gibi sair ‘majör meseleler’i, sadece paralel yapıyı etkisiz hâle getirmek için üç yıldan beri başta anayasa olmak üzere ilgili bütün mevzuat sonuna kadar kanırtılarak zorlandığı hâlde, ‘Çorbamdan paralel çıktı’ türünden gülünç mazeretler, yöneticilerin âcizliği olarak yorumlanamaz mı?”
Ve bu soruları izleyen son dramatik soru: “Yoksa iktidar, artık kendi başına ve kendi iradesiyle hata yapabilecek derecede öz denetimini (ihtiyârını) kaybetmiş midir?”
Ben artık öyle düşünüyorum; bu safhadan sonra her rezalette, her saçma sapan icraatta ve başarısızlıkta faturayı paralele kesmek, muktedirler açısından son derece güçlü bir zaaf işareti teşkil ediyor. ‘Bir şeyde ifrad (yani aşırı yüklenme, gereksiz derecede önemseme) zıddına inkılâb eder’ vecizesinin hükmü işlemeye başladı. Bir noktadan sonra -ki o noktayı geçeli çok oldu!- rezaletleri paralele hamletmek, muktedirlerin zaaf hanesine yazılıyor.
İşler kötüye gidiyor ve bu reddedilemez olgunun başlıca sebebi ehliyetsizlik, çapsızlık, aşırı hırs ve kanun tanımaz intikam duygusu ve siyasi basiretsizliktir; başkaca ‘uğursuz’ aramaya gerek yok. ‘Paralel yapı’, iktidara bunca zincirleme yanlışı art arda yaptıracak derecede etkili ve güçlü olabilseydi, her şeyden önce kendinin bu duruma düşmesine müsaade etmezdi. Vehmedilen paralel örgüte bu derece ezoterik (esrarengiz, gizli kapaklı, sırlarla dolu) bir kuvvet atfetmenin tutarlılığı kalmadı.
İktidar, şu ana kadar iş gördüğü anlaşılan paralele sığınma edebiyatını terk edemeyecek gibi görünüyor. Bazı akıl sahipleri ‘O kadar da değil yahu!” diye gizli kapaklı itiraz ediyor olsalar bile önde gelen muktedirler artık ‘Paralel konusunu abarttık; özeleştiri yapmak yerine hep başkalarını bahane gösterdik ve bu kolaycılık bizi artık saçmalama noktasına doğru götürmeye başladı’ diyebilecekleri istasyonu çoktan geride bıraktılar.
Dışarıdan bakınca olay çok gülünç görünüyorsa da beceriksizliğin haksız bir şekilde ödüllendirilmesi ülkeyi zehirliyor; içimiz yanıyor çünkü biz Türklerin –bahtsız Suriyeli felaketzedeler kadar olsun- hayata tutunabileceği başka bir liman yok.
Derin, ölümcül ve vahim iç kanamaları otayıp tedavi etmek yerine, üstüne bant yapıştırarak kendimizi aldatıyoruz. Mesele, artık Türkiye’yi kimin yöneteceği, seçimleri kimin kazanacağı, hangi muhalif zümrenin hâk ile yeksân edilip inlerine girileceği değil; tekne çatırdıyor, direkler bel veriyor, yelkenler yırtılıyor ve kaptan köşkündekiler hâlâ denizcilik bilgilerinden şüphe edilmesini vatana ihanet sayıyorlar.
İşler sarpa sarıyor, çünkü aslında kaptan köşkündekiler bırakın açık sularda tekne kullanmayı; harita okuma, dümen tutmayı bile bilmiyorlar.
Türkiye’ye yazık ediyorlar.