"İslâm celâdet demektir!"

"İslâm şahsiyet, celâdet demektir (...) İslâm'ın bu beşeri kıymetlere sahip olduğuna inanıyorum (...) bu celâdeti kaybettiği gün sukut etti. Zürriyeti, erkekliği kalmadı. Her darbeye, her zıpçıktıya teslim olur hale geldi. Günahlarımız büyüktür maalesef ve günahlarımızın başında celâdet mahrumiyeti gelir. Medeni cesaretten mahrumiyet yani."

İnsanın etine kıymık gibi giren bu sözler kimin?

"İslâm celâdet demektir" diyor; kabrine nur yağsın ey Cemil Meriç; tahmin etmeliydik ki böyle bir söz yatağınını kınından, böyle insanın iliğini ürperten bir edâ ile ancak gerçekten celâdet sahibi bir kalem çekebilirdi.

Çocuklar, celâdet ne demek, kim söyleyecek?

Bilmiyorsunuz; canınız sağ olsun. Hayır lugâte bakmak için zahmet etmeyiniz; bilmiyorsanız gereksiz demektir, unutun gitsin. Böyle şeyler evvela harf, sonra kelime ve ses olarak kalbimizden kazındı, sonra da kendisi sırra kadem bastı; hep öyle oluyor zaten.

Sizin kabahatiniz yok elbette. "İslâm, şahsiyet, celâdet demektir" cümlesini yürüyen ve soluk alıp veren, canlı bir mânâ halinde hiç görmediniz siz. İslâm adına konuşanların sesleri bile kendine güvenden uzak, pısırık bir edâ tonunda değil miydi; sahi tesadüf müydü bu? Yeri geniş bulduklarında ellerinde tahta kılıçlarla, naylon tüfenklerle jimnastik salonlarında yanaşık düzen gösterisi yapıyorlardı da, soytarılıklarına "Hade ordan be?" diyenler karşısında süt dökmüş kediler gibi pısıveriyorlardı. Sadece onlardan ibaret değil ki bizim vakarsızlığımız çocuklar, ecnebilerin gökte tayyare uçurup, denizde gemi yüzdürmesine bakıp maneviyatı sarsılanlar neticede, "bu dünya kâfirin, ahiret Müslümanların" diye kaçacak delik ararken de ta çok uzaklardan belimizi büküveriyorlardı. "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp" sözünün haramdan da öte haram sayılması gereken tek yerde gevelemenin cezasını çekiyoruz işte: "Biz bu işi bilmiyoruz; bize bu işi öğretin, bize öğretmen gönderin" diye taşralara hulûs çaktığımız gün celâdet direğimizin beli çatırdamıştı.

Yenilmek her şeyin sonu değildir ama inancını kaybetmek rezil bir şeydir; bizim celâdetsizliğimizde rezil bir şey vardı; bugün, "bizi ancak AB adam eder; bu fırsatı tepmek olmaz" diye deringörüşlülük maskesi altında kurnazlık satanlar bu hâli anlayamazlar. Bu bir günahın vebâlidir; celâdetten mahrum kalmanın vebâli.

Nazik ol ama ezilme, düşünceli ol ama mütereddid olma, tartış ama kararsızlık gösterme, başka inançlara saygılı ol ama kendi inancından şüphe duyuyormuşsun gibi davranma, dişini gösteriyorsan ardından ısır, yumruğunu sıkmışsan vur, bir şeyi sevmiyorsan bütün heyetinle bunu belli et. Dost isen dostların güvenilirliğinden emin olsunlar. Hak ile bâtılı ölçü tutmuşsan Hak'tan yana ol, bâtıldan uzak dur. Sinsilik, yalakalık, ciddiyetsizlik, ikiyüzlülük, ardniyet, gizli hesap, kindarlık Müslüman'a yakışmaz; Müslüman böyle şeylerle tarif edilmez; eğer birileri "Müslüman" denilince bu gibi fiilleri hatırlıyorsa vah ona. Onun izzetsizliği gün gelir bütün heyetiyle Müslümanları zürriyetten, erkeklikten böyle mahrum bırakır.

"Bulutları Delen Kartal- Cemil Meriç ile Konuşmalar" isimli ter ü tâze bir kitaptan aldım bu sözleri. Tam oruçlu zamanlarda içine düşülecek kadar derin ama kolay okunur bir eser. Mustafa Armağan ile Sezai Coşkun tarafından hazırlanan eser Ufuk Kitap imzasını taşıyor ve bir kısmı ilk defa yayınlanan sohbet metinlerinden oluşuyor. Sizi bilmem; kitaptaki bazı konuşma metinlerini ilk defa gördüğüm için sanki Cemil Meriç, dünden bugüne mektup yollamış gibi heyecanla, duygulanarak okudum. Gördüm ki, ölümünden 17 yıl sonra böyle bir fikir adamının yokluğu hâlâ tenimizde bir dağ-ı derûn gibi duruyor; böyle eksiklikler işleyen bir yara gibi durdukça acıtıyor.

Sağlığında kadri bilinmemiş bir celâdet âbidesi Cemil Meriç ama güzel söz tohuma benzer. "Celâdet" kelimesine bakın bir; alıp nerelere savurdu bizi?


Kaynak (Arşiv)