İrticaı kim besliyor; devlet mi, toplum mu?
Öyle görünüyor ki toplum mühendisliği usulleri ile toplumdaki irticâ virüsünün tamamen ortadan kaldırılması mümkün olmuyor; irticâ, benzersiz bir 'elan vital' (hayat hamlesi) ile her panzehire rağmen zehirini sürdürebiliyor. Eğer yanlış yorumlamıyorsak, 28 Şubat günü öngörüldüğü halde henüz kanunlaşmayan irticâ aleyhtarı kanun teklifleri, irticâın toplumda yaygınlaşmasını engellemekten ziyâde 'kamu mevzilerini' irticâ virüsüne karşı tathir, yani sterilize etmek maksadına yönelmiş durumda.
Peki biz ne olacağız? Yıllarca okullarda 'aydınlanma' edebiyatı okumuşuz, cehaletin geriliğe sebep olduğunu öğrenip Cumhuriyet mekteplerine devam etmişiz, muasır medeniyete erişmek için büyüklerimizin işaret ettiği her yeniliğe kucak açmışız; ama yine de devletimiz, bize, hayatın herhangi bir ânında irticâ virüsü tarafından tâcize uğrama ihtimalini ortadan kaldıracak bir zihnî altyapı inşâ edememiş; devlet bugün sadece kendi uzviyetini irticâa karşı tathir ederken, bizim zihnî selâmetimiz ne olacak? İrticâ tehlikesinden tamamen emin olmak için toplumun ne yapması gerektiği artık tam bir açıklık ve samimiyetle anlatılmalıdır. İrticâ, aziz memleketimizin bataklıklarında, kuytu, kirli ve ışıksız mıntıkalarında bir anofel kabilesi gibi tutunup fırsatını bulunca toplumu iğfal için harekete geçmediğine, gücünü, ışıksız beyinlerden, bataklığa dönüşmüş zihniyetlerden, kirli dimağlardan aldığına göre kamu otoritesi irticâa karşı zihin sağlığımızı nasıl koruyabileceğimizi tarif etmelidir: Hangi filozofları okuyalım, hangi tarz müzik dinleyelim, zihnimizi hangi tür hurafelerden temizleyelim, hatta 'sağlam kafa sağlam vücuttadır' vecizesi doğruysa hangi tür yiyecek ve içecek maddelerini tercih edelim, hangi sporları yapalım, hangi gazeteleri okuyalım, hangi televizyon kanallarını seyredip hangi filmlere gidelim; bütün bu sualler, hiç değilse gelecek kuşakların 'irticâ tehlikesi' baskısı altında kalmaksızın sağlam, sağlıklı ve aydınlık bir kafa yapısına sahip olabilmeleri için tez elden açıklanmalı ve Türkiye'nin geleceği muhtemel irticâ ipoteğinden kurtarılmalıdır. Bu suallerin cevabı birileri tarafından bilinebilir mi; ayrı mesele. Bu suallere cevap verildiğinde Türkiye, insan hakları standardında muasır ölçülerin gerisine düşer mi; o da ayrı mesele. Ama her şeyden önce bu irticâ tehdidinden milletçe emin olmak için bizi yönetmekte kendinde hak görenlerin nasıl bir tasavvura sahip olduğunu öğrenmek, bu toplumun hakkıdır.
Cevap; şöyle samimi, açık ve ilmî bir cevap! Demokrasi ayağınıza dolaşıyorsa rafa kaldıralım; insan hakları rekâketinizi artırıyorsa askıya alalım, yerli kültür engel teşkil ediyorsa neyi münasip görüyorsanız o kültür dairesine geçelim, temel eğitimi sekiz yerine on sekiz yıla çıkarmak gerekir diyorsanız saçımız ağarana kadar devlet okullarında okuyalım. Ama bunca şeye rıza göstermek için sizden de, 'Bugüne kadar irticâ ile yaptığımız mücadelede aldığımız tedbirler yetersizdi' itirafında bulunmanızı bekleriz. Toplum olarak mütemadiyen irticâa yardım ve yataklık yapmış olmak gibi bir zımnî ithamın altında isek, sizden de bu kadarcık itirafı beklemek hakkımızdır. Zira siz bir yerlerde yanlış yapmamış olsa idiniz, bugün Cumhuriyet'in 76. yılında irticâ hâlâ bir numaralı tehlike olamazdı. İrticâ kavramını bu kadar yerli"yersiz kullanarak işin cılkını çıkarmadan önce devlet seçkinleri olarak oturup bu mahzurları tartışmalıydınız; bu otokritik zahmetini nefsinize revâ görmediğiniz artık ayan"beyan bellidir.
76 yılda daha irticâın târifini, kapsamını, doğru sebeplerini; hattâ irticâ ile mücadelede etkili olacak doğru tedbirleri bile tespit edememiş olmanın vebâli üstünüzdedir. Eğer hâlâ varsa irticâ tehdidi, ancak bu ilim ciddiyetinden mahrum kamu yönetimi anlayışından 'yardım ve yataklık' desteği almış olabilir; öyle değilse suçlu kim? Yıllardan beri bu menhûs irticâa kim yardım ve yataklık etmiş olabilir? Kim suçlu, söyleyin: Siz mi, toplum mu?