İrticâ hortladı!
Başbakan'a bir haller oldu: "Türkiye'nin yüzde 90'ı ayda 120 kilovatın altında elektrik tüketiyor, dolayısıyla bu miktarın üstünde tüketenlere yapılan zam uygulaması hakçadır." diyor.
Doğrusu epeydir Başbakan'ın danışmanlarıyla meşveret ettiğinden şüpheliyim. Bu söz düşünülerek söylenmiş ise skandaldır, ayaküstü bir cevapsa skandalın boyutları şahsîleşir. Çünkü,
1- Toplumun yüzde 90'ının 120 kilovatın altında elektrik tüketmesi, Türk halkının hayat kalitesinin "geri"liğini gösterir ve bu gerçeğin övünülecek tarafı yoktur. Toplumun ancak yüzde 5'i otomobil sahibi olsaydı, benzin fiyatlarına yapılan zam bu veri gösterilerek meşru sayılabilir miydi? Eğer Başbakan doğru söylüyorsa -ki bu hesabın ne kadar yanlış olduğunu tartışmaya gerek yoktur- bu ifade siyasî başarısızlığın itirafı anlamına gelir. Bütün dünyada toplumun yaşadığı hayatın kalitesinde esas alınan ilk ölçü enerji tüketimidir. "Zaten az elektrik kullanıyoruz, zam yapsak ne olur?" mantığı 1960'lar için mâkuldür; ama günümüzde pek zavallı kalıyor.
2- Bu, pek kaba-saba bir elektrik zammıdır; uydurulan kurnazlık kılıfı yeterince sofistike tertip edilmemiştir ve sefâleti paçalarından akmaktadır.
Peki, bir hükümet enerjiye zam yapamaz mı?
"Bir hükümet" elbette yapabilir; zammın gereklilik şartları tamamlandığında buna kimse itiraz edemez, zira bütçe kaynaklarından karşılandığı halde halka aksettirilmeyen enerji harcamaları, bütün vergi mükelleflerine zâlimâne ödettiriliyor demektir bu; fakat "bizim hükümet"in elektriğe zam yapmaya hakkı yoktur zira devletin dağıttığı elektriğe esasen aylık otomatik düzenlemeler halinde peyderpey zam yapılmaktadır. Başbakan eğer 60'lı yıllarda zihninden ve dilinden düşürmediği "zengin-yoksul" ayrımına dayanarak bahane üretiyorsa, birilerinin ona "aradan 40 yıl zaman geçti" ikazında bulunması gerekir. Bugün elektrikli çamaşır makinesi kullanma alışkanlığı, sefalet ücretinin altında gelire sahip ailelerde bile tamamen yerleşmiştir; diğer beyaz eşya ürünlerini saymıyorum.
3- Her şeye rağmen "enerji darboğazındayız; halkı tasarrufa yöneltmek için bu zam uygulamasına mecburduk" bahanesi de yersizdir. Eğer bir enerji krizi yaşıyorsak bunun sebebi tüketiciler değildir. Halka ucuz ve bol enerji sağlamak, hatta enerji tüketimini kamçılamak bir hükümetin görevidir; çünkü enerji tüketimindeki artış hayat kalitesindeki yükselmenin işaretidir.
İki seneden beri Türk halkının tepesinde sallandırılan "enerji krizi" tehlikesi üzerine ne kadar pis tezgâhlar kurulduğunu artık hissetmeyen kalmadı. Hükümet "siyâset" üretmek kabiliyetinden mahrum; peki (mesela enerji gibi) rutin işlerin yürütülmesinde başarılı mı? Değil; o halde bu hükümetin varlık sebebi nedir? Böyle zâlim ve akılsızca bir zam kararı almak için hükümete ne ihtiyaç var; bürokratlar da yapabilir bu kadarını!
Türk halkı eğer "medenî hayat"ın rutin icaplarını yerine getirirken, yani çamaşır yıkarken, temizlik yaparken, gömlek ütülerken, aydınlanırken, iletişimde bulunurken tasarrufa zorlanıyorsa ortada bu ülkeyi tam kırk sene "geriye" götüren fecî ve sinsi bir "gerici" komplo var demektir: Türkiye'de padişahlığın ihyâsı için çalışmak gericiliktir, "din devleti" kurmak için örgüt kurmak gericiliktir, anayasa düzenini temel hak ve hürriyetleri daraltıcı anlamda değiştirmek gericiliktir; doğru. Bir doğru daha var: Türk halkını daha az enerji tüketmeye zorlamak da gericiliktir; hele bu işlemi, "Çok tüketirsen pahalı fatura ödersin!" tehdidi ile yapmaya kalkışmak, gericiliğin en pespâye, en düşkün ve en perişan tatbikatıdır.
4- Elektrik "lüks tüketim" kalemi değildir; elektrik, eskilerin tâbiriyle "havâyic-i asliyye", yani su gibi, hava gibi, ekmek gibi, gıdâ gibi vazgeçilmez bir temel unsur; dolayısıyla "çok kullanan çok ödesin" mantığı -garip ama- anayasanın eşitlik prensibine bile aykırıdır. Bir hükümet, eğer enerji kullanımında kendi halkını yüzde 90-yüzde 10 gibi naif sosyalist edebiyatıyla ikiye bölmeye kalkışıyorsa bu taksirinin cezasını da görmelidir.
5- Bu arada TEDAŞ kurumu, kendi personeline "indirimli" fiyattan elektrik satıp satmadığını, eğer satıyor ve bu uygulama hâlâ devam ediyorsa bu "cömertliğin" diğer vergi mükelleflerine bugüne kadar kaç paraya patladığını, bu iş için vergi mükelleflerinden izin alıp-almadığını da açıklamalıdır.
Sebeplerini yukarda izah ettim; bu bir "irtica" vakasıdır ve hükümet Türk halkının hayat standartlarını "geriye" götürmek için planlı, tertipli bir kalkışımda bulunmuştur; hattâ hükümetin siyasî bir organizasyon, bir örgüt tarzında teşekkül ettiği hatırlanırsa halkın refah seviyesini elli sene "geriye" götürmek için çalışan irticâi bir örgütün varlığından bile söz etmek mümkündür.
Pekâlâ; olması gerekeni bir tarafa bırakıp olacaklardan bahsedelim. Başbakan tabii ki her zaman olduğu gibi zam kararını geriye almayı içine "sindiremeyecek" ama biz tüketiciler elektrik yokluğunda pastayla idare edemeyeceğimize göre bu zalim elektrik vergisini kuzu kuzu ödeyeceğiz; bu arada hükümet, artık gündem değiştirmek becerisini gösterecek derecede olsun siyaset yapma kabiliyetini epeydir kaybettiği için bir başka tesadüfî gündem maddesi ile meseleyi unutacağız. Benim "irticâ" ithamım Zaman okurlarının dudaklarında buruk bir tebessüm yarattıktan sonra kaybolup gidecek ve belki de hükümetin tasarruf tavsiyesine uyup daha az enerji tüketen evlerde "tahtakurusu" denilen irticâi haşere yeniden arz-ı endam edecek.
Üç sualle sözlerimi toparlıyorum:
1- Aydınlanmak için değil; ama en azından tahtakurusuna karşı ilâç için kullanılmak üzere gazyağı üretiminde bir artış düşünülmekte midir?
2- "Türk aydınlanması"nın cazgırları, aydınlanma ile enerji tasarrufu arasındaki "medenî" dilemmâ hususunda neler düşünmektedirler?
3- Hükümetin işbu "irticâ" cürmü, hâlen imzada bekleyen KHK kapsamına girer mi?