İnsafın o yerde namı yok mu?
Şu dünyâda "hakîkî arkadaş"ım, çocukluk arkadaşım, bir tek S. var: İki idi, biri öldü on sene önce.
S, bir polis emeklisi; M..."da yaşıyor ve akciğer kanseri sebebiyle, doktorların kendine biçtikleri ömrün (hastalığını ve durumu bilmiyor) 8 ay ilerisini idrâk etmiş durumda. Hâsılı trajik bir durum; çünkü 26 yaşında, doğum esnasında beyin çıkış sinirleri zedelenmiş bir oğlu var. Bu âile Boşnak, dolayısıyla oğlan da dev gibi ve dünyâdan bîhaber sâdece sallana sallana yürüyor. Konuşma, idrâk yok..
Nakledeceğim hâdisenin iki karakterinden biri, bu oğul. İkincisi ise C. Mahallemin kızı, S"nin hanımı. 1974"te evlendi, örtündü güzelce. Namaza, dînî eserlere, kıssalara yöneldi. Böylece ilk oğlunun derdinden ibâret hâle gelen aslâ tarif edilemez hayatına tahammül etmeye çalışır durur 1979"dan beri. O oğlan beş yıldan sonra doğmuştu. Bu koca delikanlı, gün boyu devrilip istediği yerde uyuyabiliyor ve gece boyu kadıncağız, oğlanın başında bekliyor; elindeki kumanda düğmesiyle oğluna TV seyrettiriyor.
Oğlanın tek merâkı bu. Hâsılı bir kabir çukuru S"nin evi. Zavallı kadın oğlanı bir başına bıraksa, koca adam, kafasını sersemlikle betona falan çarpıp hasar görebilir. Kucak kucağa oturuyorlar ve oğlanın başı annenin bağrında, eli ensesi üzerinde, oğlunun stop etmiş başını kollamakta; her gece bu böyle.
Oğlan askerlik çağına gelince, askerî hastahaneye götürmüş C. Askerlik yapamaz elbette; muâfiyet raporu gerek. Oğlan muayeneye alınmış, annesi koridorda oturuyor. Bir yüzbaşı çıkıp geliyor ve "Atın bu kadını buradan!" diyor başı örtülü diye. "Allah aşkına atmayın beni!.. Oğlum bir şey bilecek durumda değil!" feryadına aldırmıyorlar. Kendisini koltuklayan iki askere "Yavrularım, oğlum beyin hastası, ne olur yapmayın!" diyor; askercikler ne yapsınlar, emir kulu her ikisi de. Bahçeye çıkarıyorlar C"yi. Az sonra aynı yüzbaşı bahçeyi tarassut ediyor ve C"yi tahakküm hudutları içinde görünce, bahçenin dışına attırıyor feryad figan. Kadıncağız, kendisini bile zar zor tanıyan oğlunu dışarı çıkarırlar ümîdiyle gözü hastahane bahçe duvarının dışında oturmuşken, aynı yüzbaşı bu sefer oradan da caddenin karşı tarafına attırıyor kadını; bir cîfeyi attırır gibi.
"Ah Ağabey, ne kadar korktum, ne kadar ağladım, ne kadar bedduâ ettim bilemezsin!" diye anlatmıştı bu olayı bana C.
Hadisenin buraya kadarı vak"a-i âdiye. Şimdi en can yakıcı yere geldim: Bu hasta oğlan, l0 Kasım 1979 günü, Ankara"da Z. T. B. Doğumevi"nde dünyâya geldi. Doğuma ben götürdüm C"yi ve S. ile kapıda ben bekledim. Oğlan doğdu. Sevinç içinde ilk oğlunu kucaklayan arkadaşım, "Oğlum adıyla doğdu ve inşâallâh adına lâyık olur. Adını Mustafa Kemâl veriyorum." dedi.
Bunlar, şu anda Türkiye düşmanı ve Atatürk muhâlifi sayılıyor... Allah aklımı saklasın!
Şu anda bile.. 25,5 seneden sonra ağlıyorum. Ne yapayım ağlamayıp da. Aslında bütün şehit anaları ve başı açık-kapalı bütün Müslüman-Türk kadın ve kızları da ağlamalı bu hâllere.
Askerî hastahanenin yerini sormayı unuttum. M"de miydi, yoksa İ"de mi; ama ne fark eder ki?
Ben de beyin hastalığıyla 9 yıl uğraşıp tek oğlumu gömdüm l994"te.
Doğduğu gün şehit olması arzûsu duymuştum şiddetle; çünkü Çanakkale"deki babamın büyük dayısından (ki adam cihâda, taa Priştina"dan koşup gelen, tek kelime Türkçe bilmeyen bir Arnavut Müslümandı. Onun sağ kardeşlerini tanıdım; hiçbiri Türkçe bilmeden ölüp gittiler) beri âilemizden şehit çıkmamıştı. Fakat Allah saklasın oğlum yaşayıp da o yüzbaşının emrinde olsaydı ne yapardı? Diyorum ki bu ihtimâl binde bir bile olsa, oğlumun ölmesi daha iyi olmuş. Rabb"îm Alîm"dir. Selâm, teşekkür ve dua ile.
(Önemli not: Bu okuyucu mektubundaki yer ve şahıs isimlerini insani sebeplerle saklı tuttum; bir an için anlatılanların gerçek olmayıp uydurulduğunu farz ederek, Cenab-ı Hakk"ın hastalarımıza şifa, dertlilerimize deva, cem"i cümlemize akıl ihsan etmesi için dua edelim. Hayra vesile olur inşallah!)