İngiliz haksız mı birader?
Uşak Müzesi'nde başlayıp, şimdilik Kahramanmaraş Müzesi'ne kadar uzanan soygun rezâletleri, kriminal birer vak'a olmanın daha ötesinde vahim boyutlar taşıyor.
Abdullah Kılıç'ın haberine göre Kültür Bakanı Atilla Koç, neredeyse bütün müzeleri kapsayan geniş kapsamlı bir tahkikat başlatmış. Bu rezalet silsilesinde yürek ferahlatıcı tek unsur, bakanlığın işe ciddiyetle eğilmesi ve anlaşıldığı kadarıyla bütün kurumu lekeleyen bir sistematik ayıbın açığa çıkması için samimi gayret göstermesidir. En azından bu dahi kayda değer bir zihniyet dönüşümünün işareti olarak alkışı hak ediyor.
Müze soymakla banka soymak arasında fark var; çalınan parayı yeniden üretebilir, bir şekilde yerine koyup telafi edebilirsiniz ama müze envanterindeki eserlerin benzeri olmaz; üstelik bu eserler bakanlığın, devletin, milletin malı da değil; bütün bir coğrafi ve kültürel sürekliliğin müştereken mâlik olduğu değerler. Karun hazinesi denilen broşun ağırlığı 25 gram; kuyumcularda satılan sıradan iki bileziğin ağırlığı da o kadar. O 25 gramlık altın külçesine şekil veren hikâyedir ki bir türlü paha biçilemiyor işte.
Hadise Avrupa basınına aksedince, galiba konuyla ilgili bir İngiliz, "kıymetini bilemiyorlar, çarçur ediyorlar" meâlinde yakıcı lâflar söylemiş; haksız mıdır? Frig, Lidya, Urartu, Roma, Bizans devri yâdigarlarından bahsetmiyoruz; en fazla sahiplendiğimiz Osmanlı mirasına karşı revâ gördüğümüz muamele bile İngiliz'in sitemle karışık hakaretâmiz sözlerinin yersiz olmadığını gösteriyor. Kültür Bakanlığı'nın bütün müzelere müfettiş göndermesi ne demek, hele bir düşünelim? Tilkinin tavuklara çobanlık etme hikâyesini hatırlamaz mısınız: Tilkiye demişler ki, "Sen niçin ara sıra tavuklara çobanlık etmiyorsun?" Tilki ağlamaya başlamış, "Siz bugüne kadar bana böyle güzel bir teklifte bulundunuz da ben ne zaman reddettim?"
Kültür Bakanı'nın rezaletin üstüne üstüne giden tavrını bu bakımdan önemli buluyorum; bu kararlılık neticeye ulaşır ulaşmaz, ayrı mesele, fakat bu son derece cesur bir iç eleştiri kararıdır ve neticede bakanlık personelinin haylicesinin canını yakacak ama mutlaka bakanlığın müze işletmeye kabiliyeti olup olmadığının sorgu masasına yatırılmasıyla sonuçlanacak bir irin tahliye ameliyatıdır. Zira sistematik tarzda müzelerin içinin boşaltılması, aynı zamanda sistematik bir medeniyet aleyhtarlığı anlamına gelir ve birileri çıkıp, "Türklerin müze kurmaya ve işletmeye ehliyetleri var mıdır; sadece Türklerin değil bütün insanların müşterek değeri vasfındaki eserleri, uluslararası komisyonların denetimine vermek lazımdır" demeye gelen acı sözleri kırbaç gibi şaklatırlar.
Milliyetçilik hakkında münakaşa etmezden evvel, millet olmanın hakkını vermek noktasında kendimizi sigaya çeksek gerektir. Kendi müzelerini kerrât ile soyan ve görünüşe göre bu işi klişeleştiren adamlarla aynı milletin genel ismini paylaşmak doğrusu pek içimden gelmiyor. "Ferdi vakadır, bir sürçen atın başı kesilmez" diyemeyecek noktadayız; şüphesiz işini hakkıyla yerine getiren müzecilerimizin sayısı hiç de az değil ve onların ne kadar değerli olduklarını şimdi daha iyi anlıyoruz. Mesele müzecilerimizi nâmus sınavında terletmekten ibaret değil ki; suç ortaklarının, göz yumucuların, fer'i yardımcıların katkısı olmadan böyle cüretkâr hırsızlıklar vuku bulmaz. İşin canı acıtıcı ve utandırıcı kısmı da burada zaten.
Meseleyi polisiye tarafıyla değil, "medenilik" cihetiyle algılayalım. Hep birlikte bu rezaletin takipçisi olalım; Kültür Bakanı'nı destekleyelim, şu safhada yapılması gereken en doğru tavrı sergilemiştir. İyileri, işini adam gibi yapanları yüreklendirelim. Çok önemlidir.