İncir ağacısın, gam götürensin
Gönül Yarası filminden bir sahne: Emekli solcu öğretmen Nâzım (Şener Şen), koca zulmünden yılarak İstanbul'da pavyon türkücülüğü yaparak hayatını tanzim etmeye uğraşan genç kadın (Dünya) ile yaşgünü kutlaması için Beyoğlu'nda bir "Türkü Bar"a gidiyorlar.
Aynur Doğan isimli bir genç kız, saz arkadaşları refakatinde "Dar hejiroke" sözleriyle başlayan bir Kürtçe türkü okumaya başlıyor; ama nasıl gam yüklü, nasıl feryâdî bir terennüm. Türkünün ortalarında Dünya'yı için için ağlarken görüyoruz. Nâzım öğretmen biraz da hayret makamında Dünya'ya,
-Kürtçe biliyor musun? diye soruyor. Dünya diyor ki,
-Bilmiyorum!
-E, niçin ağlıyorsun peki?
-Acıyı duymak için Kürtçe bilmek gerekir mi?
Son cümleyi yanlış hatırlamış olabilirim ama mânâ budur.
O zaman Nâzım, Dünyâ'nın hislenişindeki isâbeti vurgularcasına türkünün sözlerini tercüme ediyor kızın kulağına:
"Dağların inciri, dağların güzeli / İncir ağacısın, gam götürensin / Güller içindesin, güller içindesin / Gelin damadın yüreğidir / İncirimiz karadır, güzelimiz esmerdir / Gelin, ne güzel ve görkemlisin..."
Filmin belki de en güzel sahnesi bu.
Aynı şeylerden hislenen bir topluluk olmak fevkalâde mânidar ve bu duygu beraberliği, en kolay ve tabii şekilde türkülerde tecellî ediyor. Ne var ki mâhiyetler bakışa göre mânâ kazanır, "bakış niyeti" önemli burada. Birleşmeye medâr olan, ayrılığa da yol verebilir. Analitik bakış, bütünü parçalarına kadar ayırarak anlama cehdi, neticede mânâyı fethe vâsıta olduğu nisbette anlamlıdır. Parça-bütün ilişkisini, parçanın bilgisini inkârda mânâ yok ama parça bütünü tarif etmez; etmiyor, edemez.
Kürtlük bilincinin siyasi yansımaları son otuz sene içinde analitik bakışın yarı yerinde kalakalmışlığın acılarını yaşattı hepimize. Bu mânâda parçalanmak ve parçalanmış halde kalmak, yaşı neredeyse iki asra varan Modernite'nin günümüzdeki hatalı algı kusurlarından biri olarak içimizi kanattı.
Bu algı kusurunun müşterek dinî paydayı bile zayıflattığını görmezden gelebilir miyiz? Bu nokta çok tartışma götürür ama gönül berelenmesini ortadan kaldırmaz. Gönüllerimiz berelidir; öyle bere vardır ki kendi haline bırakıldığında doku kendini tazeler ve bereyi telâfi eder; hatta yarayı bile.
Mutedil ses ve bakışlara ihtiyacımız var. Analiz neticede bir araçtır; hayat sentezle yürür. Bu otuz seneyi en aşırı noktaları insafsızca hırpalayan analiz gayretleriyle geçirdik; olmasa iyiydi ama her tecrübeden hayat için bir ders çıkarmayı başarabilmek lâzım.
Bizim âkıbetimiz beraberdir; bu hassasiyet noktasının Kürd'ü Türk'ü yok. İstiklâl Marşı'mız, literal okumanın çok üstünde Türk etnisitesine bir övgü olarak anlaşılabilir mi? Etnik analiz illâ ki gerekliyse o muhteşem şiiri bir Arnavud'un kaleme aldığını bilmek, hangi mânâyı ne ölçüde görünür kılar?
Milliyetçiliğin kolayca ucuzlayıveren, şaşırtıcı derece hızla çürüyüveren bir tabiatı vardır ve milliyetçilerin kemâl serdetmesi gereken nokta, o basit merhaleyi ergenlik sivilcesi addedip yükselmektedir. Bu nazik algı titreşim noktasında da Türk'ü Kürt'le ayırdetmek doğru değil. Terkîbî bakışı ilimle, insafla, reelpolitikle, duyguyla yoğurup söyleyelim; bizim âkıbetimiz beraberdir; gerisi ergenlik sivilcesini kaşıyıp durmanın Kürtçesi veya Türkçesi.
En haydârî sesleri dinledik; eteklerde taş kalmadı, şimdi itidalin sesini duyalım. Türkler kendi derinliklerindeki Kürd'e kulak versinler; Kürtler de kimliklerine en ziyade sıkı sıkıya sarıldıkları noktada derinliklerindeki Türk'ün ne söylediğine eğilsinler. Artık şimdiye kadar konuşması gerekenler söylesin.
Yok mudur; hepsi bu kadar mıdır söyleneceklerin?