İmamın teferruatı

"Henüz basılmamış bir kitap yüzünden tutuklandı; basılmamış kitabın müsveddeleri bile polis tarafından imha edildi" gibi başlıklara göz attığınızda kendinizi Nazi Almanyası'ndan veya tesadüfen aynı yıllara denk düşen Tek Parti Türkiyesi'nden bahseden bir tarih kitabı okuyormuş gibi hissediyorsunuz; "Olur mu yahu" diyorsunuz, "Bu kadar da olur mu, Ergenekon savcıları bu defa iyice saçmaladılar yani!"

Ortaokul talebesine de sorsanız, "Suçun henüz tekemmül etmediğini" söyleyerek gülüp geçecektir fakat matbuatımızda, "Düşüneni hapse atıyorlar" yollu hayli manşet, hayli köşe yazısı kaleme alındı. Durum hakikaten böyleyse hakları vardır; yalnız önce elmalarla armutları birbirinden ayıralım:

Bir- Türkiye'de dört başı mamur bir fikir suçuna konu olacak kitap hatırlamıyorum; gerek kitapçı dükkânları, gerek kaldırım sergilerinde, aklınızdan geçebilecek her türlü "tehlikeli" fikirlere yer veren kitap kıyâmet gibi. Ne yazık ki, Türkiye'de, -iyisi veya kötüsü olsun- "fikir" kanuni takibata uğramıyor. Keşke, gerçekten tehlikeli fikirlerle oynayan ve böyle fikirler üretebilen bir zihin iklimimiz olsaydı...

İki- Suç eyleminin yazılı kâğıda aksetme sürecinin de suç tarifi içinde değerlendirilmesi son derece tabiidir: Ne var ki bizde kâğıda yazılmış veya basılmış her nevi metne kudsiyet atfetmek de bir tür entelektüel fetişizmdir. Ne münasebet yahu; elbette bir kitabın müsveddesi suç delili (ama fikir suçu değil) kapsamına girebilir.

Burada hâlâ bilmediğimiz şey, şu meşhur kitabın müsveddesinde suç niyetine nelerin yazılı olduğudur. Haberdar olanlar, soruşturmanın gizliliği gerekçesiyle ağızlarını açmıyorlar; hatta yayınevi sahibi bile, "Bilseydim önceden okurdum, ben de merak ediyorum" diyor. Arada "gizli delil" lâfları dolaşıyor ve gizli delilin saçma bir kavram olduğu ileri sürülüyor; aynen iştirak ediyorum. Bir davada delilin gizli tutulması hukuksuzluktur fakat galiba hâlâ tahkikat döneminin içindeyiz ve galiba savcılar, "suç teşkil ettiği varsayılan eylem" hâlen devam etmekte olduğu için delilleri veya iddianameyi açıklamakta ketum davranıyorlar. Onlar ketum davrandıkça, daha yayınlanmadığı halde yayınlandığı gün itibariyle satış rekorları kıracağı kesinleşen şu meşhur "İmamın Ordusu" kitabının uğradığı entelektüel mazlumiyetin katsayısı arttıkça artıyor. "Sadece kitap yazdığı, fikirlerini kâğıda geçirdiği için" sabaha karşı evleri basılan, haksız yere tutuklanıp inim inim inletilen gazeteciler edebiyatının köpükleri giderek yayılıyor. Yerli-yabancı yazar-çizer takımı arasında tutuklu iki gazeteciye sempati izhar etmeyenler neredeyse lânetli muamelesi görmekte.

Tahkikat süreçlerinin teknik ayrıntılarını bilmeyiz de "süre" itibariyle meselenin tadı kaçmıştır ve artık kamuoyunu bilgilendirecek etraflı açıklamalar yapılması gerekiyor. Uzaktan bakan, buralarda düşüneni vuruyorlar zannediyor. Ordan öyle göründüğü mâlum, fakat içerden de aşağı-yukarı aynı tesir uyanmış durumda. Hızını alamayan kıdemli köşe yazarlarından biri, "Hoş Geldin Abdülhamid Sansürü" başlığıyla kendine göre acıklı tarihî bir analiz bile yaptı önceki gün; bu abimize, Abdülhamid devrine kadar uzanmaya gerek olmadığını, yayınevinde basılmış formaların toplanarak polis marifetiyle yakılması hadisesinde en çarpıcı örneklerinden birinin Kâzım Karabekir Paşa'nın İstiklal Harbi hakkındaki hatıraları olduğunu hatırlatmak neye yarar? (Ayrıntıları Kılıç Ali'nin hâtıralarından hatırlarsınız, Cumhuriyet klasiklerindendir!)

Neydi konu: Yayınlanmadan yazarını hapse attıran kitap! İyi de baydı artık.


Kaynak (Arşiv)