İlk düğme... İlk düğme...

Aksiyon dergisi’nde Suriye’nin füze envanteri hakkında dudak uçuklatıcı bilgiler var. Nükleer Tehdid Girişimi Monterey Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nün verilerine dayanan bu tabloda yok yok! Miktarı bilinmeyenler hariç, 1500 civarında muhtelif menzildeki füzelerin kaçında kimyasal başlık taşıdığı da kestirilemiyor ve bu füzelerin hepsi de Suriye’nin komşularını tehdid edebilecek kapasitede.

Moskova muhabirimiz Faruk Akkan’ın yaptığı analizin ilk cümlesi pek ironik: “Suriye lideri Beşşar Esed sahip olduğu kimyasal silahların kendisini idam sehpasından indirecek bir güce dönüşebileceğini büyük bir ihtimalle hesaplamamıştı” ama aynen öyle oldu.

“Uluslararası toplum” adı verilen camianın daima yukarıda tuttuğu ahlâki bir prensip yok. Pek çok uluslararası sözleşmede diplomatik dille kaleme alınmış güzel sözler var elbette fakat sadece bu “saygıdeğer” toplumun ağaları istediğinde işlerlik kazanıyor. Uluslararası ortam, western filmlerindeki vahşi batı kasabalarından farksız.

Devrin ünlü karikatüristlerinden Cemal Nadir’in (Güler, 1902-1947) pek meşhur bir eseri vardır; en altta sineği yakalamış bir örümcek görürüz, örümceği kurbağa, kurbağayı kertenkele, onu fare, fareyi kartal, kartalı tilki pençesine geçirmiştir, tilki ise aslan’ın dişleri arasındadır. Eserin altyazısı şöyle: Hukuk-ı düvel, yani devletler hukuku! Yaklaşık bir asır sonra devletler hukukunda manzara değişmedi. Önceden de böyleydi, galiba ve maalesef bundan sonra da değişme ihtimâli görünmüyor.

Güçlüler için aslında kural yok, kurallar güçsüzler için. Suriye, kendisine benzeyen sair devletler gibi gölgesinde durduğu çetenin himâyesiyle, hâlâ elinden damlamakta olan kanı yıkamayı başardı. Günün birinde İsrail’e yönlendirmeyi düşündüğü füzeleri, bu defa sivil vatandaşlarına karşı kullanması ahlâki bir kusur veya uluslararası bir cürüm sayılmadı. Rusya, “O kaka kimyasallar cıss evladım; teslim et bakayım onları Amerikalı amcalarına, sonra da git normal silahla öldür ve ellerini yıkamayı da unutma” deyince gerilimin tansiyonu düştü.

Eh beğenmesek de olsa kan akmasından iyidir; silahlı müdahaleyi beklemek yerine siyasi arabuluculuğun her ihtimâli denenmelidir. Kimyasal silah krizinin, “Biz her türlü koalisyonda yer alırız” diyebildiğimiz bir demde sürüncemede kalması kuvvetle muhtemel görüşmelerin son çarşambasına ertelenmesi de nisbeten hayırlıdır ve bu hayır, tâkâti tükenmiş Suriyeli sivillerin en azından bir süre normal hayata dönebilme imkânını vadetmiş olmasıyla sınırlıdır. Türkiye’nin tek başına racon kesecek bazusu yok; aslında “racon” kesiyoruz, yani ahlâki açıdan nasıl olması gerektiğine dair iyi bir fikrimiz var; o fikri tahakkuk ettirecek gücü yok sadece.

Olup bitenlerden sonra Türkiye, kendini aldatılmış, yalnız bırakılmış ve pişman hissediyor. Bu nahoş mevkiide kalmaklığımızın sebebi, “Hukuk-ı Düvel”i pür ahlâkî bir zemin zannedecek kadar safderun oluşumuz değil elbette. Arada yanlış okumalar, yanlış değerlendirmeler, yanlış ve abartılı uygulamalar yanında gerileme ve önemsizleşme döneminden rövanş almayı hesaplayan bir tarihi momentum yakalama heyecanı ve bu heyecanın asılsız çıkmasından doğan hayal kırıklığı var.

Helikopter hadisesi basına zengin malzeme verdi ama akıllarda kalan şey Suriyeli pilotların, silahlı muhalifler tarafından hukuk-ı düvel’e pek yaraşmayan tarzda katledildiği görüntüler kaldı.

Aklıma hep, “yeleğin ilk düğmesi” benzetmesi geliyor!


Kaynak (Arşiv)