İktisat tarihine derkenar
İsviçreli Bomonti kardeşler tarafından 1890 yılında Feriköy'de Türkiye'nin ilk modern bira fabrikası kuruldu. 1902'de, bugün kendi adıyla anılan semte nakleden şirket, 1912 yılında rakipleri ile anlaşarak işi büyüttü. Sonraki yıllar boyunca biraseverlerin talebini tek başına karşılamaya devam eden şirketin işleri, 1926 yılında yürürlüğe giren İnhisarlar Kanunu yüzünden sıkıntıya girebilirdi.
Ne var ki Atatürk'ün özel kalem müdürü H. Rıza Soyak'ın hâtıralarındaki ifadeye göre İnhisar idaresi, "nedense" şirketin faaliyete devam etmesini zaruri görmüş, hatta önlerini görebilsinler diye on yıllık bir sözleşme yapmıştı. Soyak'a göre bu, Bomonti açısından çok avantajlı şartlar taşıyordu ve hükümet istese o gün şirketi pek düşük bir bedelle kamulaştırabilirdi (Ayrıntılar için bkz. H.R. Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, İş Bankası Yay. s. 661 vd.), fakat o devrin Maliye Vekili Rüştü Saracoğlu'na göre, "bira imâli çok nazik bir işti ve bunu becermemize imkan yoktu".
Bu esnada Atatürk'ün tasarruflarıyla kurularak bilahare hazineye bağışlanan Orman Çiftliği bünyesinde bir de bira fabrikası üretime geçiyordu. Maliye'ye başvurarak ruhsat isteyen Ankara şirketi, Bomonti şirketine sunulana göre daha ağır ama Soyak'ın ifadesiyle hayli mantıklı şartlar öne sürmüştü. Yine de kâra geçilebileceğini gören işletmeciler teklifi kabul ettiler, "Ziyan etmek ihtimâli ise hiç yoktu; binaenaleyh şartları kabul ettik." Ankara'nın biraları beğenilmişti. Yeni birayı beğenenlerin başında Başvekil İsmet Bey geliyordu. Zaten Başvekil, Bomonti'ye verilen imtiyazların ağırlığını görmüş, 1938 yılında 10 yıl bitince süreyi uzatmama kararı almıştı. Böylece "halkı ağır içkilerden mümkün olduğunca kurtarmayı" amaçlıyordu.
Ankara şirketi bira piyasasındaki yeni pazarı ve imkânları fark etmişti; fabrikanın genişletilmesi, yeni yatırımlar yapılması lazımdı. H. R. Soyak meseleyi Atatürk'e açtı; Atatürk, "Zaten bu araziyi ve tesisleri hazineye devredeceğim. Başımıza yeni gaile almayalım." diye çekimser durduysa da Soyak bastırınca, "Sen bilirsin fakat ileride başın ağrıyacak." diye ihtarda bulundu. Soyak sevinerek meseleyi Başvekil'e açtı. İsmet Paşa'nın gerekli sermayeyi hemen vereceğini sanıyordu fakat Başvekil, "Şimdi para veremeyiz; gecikmeyiniz, parayı bulunuz ve faaliyete başlayınız." emrini verince Atatürk'e ait çiftlik arazi ve tesislerinin bir kısmı Ziraat Bankası'na ipotek edilerek gerekli sermaye bulundu.
Ne var ki, İsmet paşa cephesinden Gazi'ye Ankara fabrikası hakkında, "astarı yüzünden pahalıya çıkar, verimsiz olur" tarzında şikâyetler ulaşmaya başlamıştı. Soyak, bu şikayetlerin Bomonti'de ortaklığı olan bazı CHP vekillerinden estiğini söylüyor ve isim de veriyor. Neticede Atatürk, Soyak ve Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'nın bulunduğu bir sohbette Soyak, iddiaların asılsızlığını sert dille anlattı. Şükrü Kaya'nın bu "fırça"yı dakika fevt ettirmeksizin Başvekil'e yetiştirmesi tabii idi.
Bir zaman sonra Çankaya'daki akşam sofrasında Gazi ile Başvekil arasında o mâlum sert ve kırıcı bir tartışma yaşandı. Ertesi gün Gazi, İstanbul'a giderken beraberinde götürdüğü Başvekil İsmet Bey'i azletti, daha doğrusu İsmet Bey, yorgunluğunu ileri sürerek görevden çekildi; yerine Celâl Bayar atandı.
Başvekâletten çekilen İsmet Bey'in maaş ve tahsisatının hayli azaldığını, sâbık Sıhhiye vekili Refik Saydam'ın Soyak'a sızlanmasıyla öğrenen Atatürk bu durumdan müteessir olarak hesaplarını yöneten Soyak'a şu emri verdi: "Her ikisinin hayatlarında bir değişiklik olmasını istemem; şimdi İş Bankası'na ayrı ayrı iki tezkere yaz. Bugünden itibaren her ay İsmet Paşa'ya maaş hesabımdan verilmekte olan 2000 lirayı 3000 olarak ödesinler. Dr. Saydam'a da aynı hesaptan ayda 500 lira versinler." Soyak şöyle devam ediyor: "Bu vaziyet Atatürk'ün fâni hayattan çekildiği güne kadar böylece devam etmiştir. İş Bankası'ndan aldığım son hesaba göre gerek İnönü, gerek Saydam kendilerine tahsis edilen yardımın Kasım 1938 ayına ait olanını da tahsil etmişlerdir."