"Iki biyik bukumu sola, uc evlek ileru!"

Kurtlar sofrasi"ndan dokulen yemek artiklari evvela medyanin canagina dokuluyor; yeniden isitilan sogukluklarin son muhatabi ise bizim gibi siradan vatandaslar. Bir nevi "zenginin mali, zugurdun cenesi" hikayesi bu. Vaktiyle Yesilcam'da imal edilen siyah-beyaz filmlerdeki basit ve beylik dramatik gerilimleri nasil sahiplenerek seyretmis, sevdigi kiza varamayan zengin fabrikator oglunun sikintisini nasil paylasmis, en sonunda birbirini seven iki asikin visaliyle nasil sevinmissek yine ayni halet icindeyiz.

Turkiye on gundur Cakici'nin yakalanmasini konusuyor, daha once buna benzer nice sansasyon haberleriyle ne kadar derinden mesgul oldugumuzu hatirlayacaksiniz. Benim sualim su: Olup bitenden bize ne?

Cetelerin devleti ele gecirmesi veya devletin cetelere taseronluk yaptirmasi dunyanin her akli basinda ulkesinde sokaktaki vatandasi ilgilendirir; bu gerekcenin mantik silsilesini biliyoruz; ama bu bilgilerle mucehhez olmak, durumumuzu degistirmiyor. Hala "kurtlar sofrasi"nin cok uzagindayiz; biricik derdimiz kurtlar sofrasina katilip daha etli, daha yagli parcalara dis gecirmek degil; icimizden "artik kurtlar sofrasi olmamali" diye bagirmak geliyor; ama verak-i mihr-i vefayi kim okur dinler? Aktorler, cok uzagimizda sirayla rol degistiriyorlar, kosebasindaki simitci bile "Abi Cakici'yi Fransizlar vermez." diyor.

Verse ne olur, vermese ne olur?

Kurtlar sofrasinda ezeli aktorler oturuyor; "Opera" geleneginde oldugu gibi birisi kocadiginda koltugunu evladindan veya "yakin"inden baskasina emanet etmeyen aktorler bunlar. Devletle millet arasindaki mesafeyi onlar tanzim ediyorlar: "Iki biyik bukumu sola, uc evlek ileru!" Zaman zaman menfaat catismasi sebebiyle birinin digeri aleyhine kurdugu komplonun silik ayak izlerini gazete sutunlarinda takip etmenin ne lezzeti var? Bir kamu yonetiminden bahsetmek teknik olarak belki dogru; ama ne kadar dikkat etsek de ortalikta "kamu"dan eser goremiyoruz. Yukarilarda birileri digerinin "elini" bozuyor; oteki, berikinin kuyusunu kaziyor ve bizden de "vay canina, olanlara bak; yillardir uyuyormusuz da haberimiz yokmus" dememizi bekliyorlar. Ne var ki biz bu defa su numaralarin bayatligini sezer gibiyiz; ne kadar dikkatle ve yakindan takip etsek de, yerli filmlerde oldugu gibi kotulerin asla cezalandirilmadan yakayi siyirivereceklerini, hatta eskisinden daha iyi pozisyonlara erisebilecegini, iyilerin ise mutlu son yerine dinmeyen bir karin agrisi ile ugunup kalacaklarini azbucuk hissediyoruz.

Bu kontrollu, uzaktan kumandali, onceden pisirilmis, hassasiyetle kademelendirilmis rezaletlere ilgi duymak icin hicbir gecerli sebebimiz yok; cunku biz bu isin icinde yokuz ve hic olmadik. Olup bitenler, cici gazetelerin sosyete sutunlarina akseden sosyete dugunleri kadar uzak bizden: "Kim ne giymis, kim kiminle gelmis, kim nicin gelmemis?"

Iyi de bize ne?

Biz hep ayni yerdeyiz; magdur, mahkum ve hesap disi; birilerinin yakalanmasi, digerlerinin yakayi siyirmasi karsisinda "oh oldu-yazik oldu" diyebilmemiz mumkun degil. Filan kotu cocuklar ayiklanirsa daha guzel ve dogru bir yonetime kavusacagiz diye bir beklentimiz de kalmiyor artik; bu kadarcik iyimserligi, "devletlularimiz" bize cok gorduler. Bize bugune kadar sosyete dugununu bahce duvarindan seyretmeye kalkisan kotu mahalle cocugu muamelesini reva gorenler artik umurumuzda olmali mi? Gayri televizyon ekranlarindan "flas...flas...flas..." ihtariyla akip duran rezalet haberlerinin esasta bize ragmen, bizim disimizda ve neticede bize karsi bir hesaplasmanin titizlikle ayiklanmis tutanaklarindan ibaret oldugunu anlar gibiyiz.

Hayir, henuz o kadar akillanmadik; ama bu kadarcik olsun su olup-biteni umursamamak icin o kadar akillanmaya bile gerek yok; simdilik sezgilerle idare ediyoruz.


Kaynak (Arşiv)