İki bacaklı tabure

“Türk mucidin yeni başarısı” haberi, her Türk gibi benim de ilgimi çekti hemen; baktım, dört tane tekerleği var ve motorla çalışıyor!

Bir hayli zaman, “Bu bir araba olabilir mi; hani şu bildiğimiz otomobil benzeri bir şeye çok benziyor bu icat?” diye derin düşüncelere daldım.

Evet, otomobil olabilirdi, üstelik yarış otomobillerinin 60’lı yıllardaki hâlini andırıyordu. Eski tâbirle şoför mahallinde mucit kardeşimiz gururla gülümsüyordu, mutluydu. Televizyona bile çıkmıştı ve adını mucitler arasına yazdırmayı başarmıştı.

Buna benzer haberlerle çok karşılaştığınızdan eminim; insanda “Dejavu”, yani “Ben bu şeyle daha önce karşılaşmıştım” duygusu uyandıran bu haberlerin belkemiği iki elementten müteşekkildir:

Birincisi, taşrada İstanbul gazeteleri için haber yapan gazeteci-muhabir arkadaşlarımızın, ilginç haber yapma ve doğrudan manşete çıkarak prim yapma arzusudur. Sıradan, rutin haberler yerine, “5. kattan düştü, burnu bile kanamadı!”, “Gelinini döven kaynana!”, “Midesinden çaydanlık çıktı” neviinden haberler yapmak daha çok işlerine gelir ve kabul etmeliyiz ki hepimiz ister-istemez böyle haberlere dikkat ve zaman ayırırız.

İkincisi, -Neyse ki hepsi değil!- bazı Türklerin “İlle de icat yapıp mucit olacağım” şevkiyle bıkıp usanmadan bir şeyler icat ederek Türk’ün gücünü ve tabii elbette zekâsını yedi düvele isbat etme arzusudur. Bu arzunun temelinde, “Bizden adam olmaz, biz iflâh olmayız, eller aya biz yaya, biz kiim Batılılarla, Japonlarla bilek güreşine kalkışmak kim?” gibi tekrarlanmaktan ötürü berberlerin vaktiyle ustra bileyledikleri yağmı kösele kadar kalınlaşmış küçüklük komplekslerimiz bulunmaktadır.

Lafla çalışan motor

Mucitlerimiz gibi çoğumuzun içinden şöyle bir şey geçmektedir: “Bu gidişle biz asla bilimin ve teknolojinin önüne geçemeyeceğiz; bize öyle bir kestirme yol lâzım ki, bir anda çağlar üzerinden sıçrayarak bütün dünya milletlerini geride bırakalım ve Türk’ün ne kadar akıllı olduğunu dünyaya isbat edelim!”

Kestirme yolların başında, suyla, daha da iyisi havayla, ondan daha iyisi lâfla çalışan bir motor icat etmek geliyor (Aslında lâfla çalışan motor çoktan beridir icat edilmiş bulunuyor; bazı siyaset adamlarının beyanlarını inceleyince böyle bir motorun varlığına kuvvetle inanmamamız için hiçbir sebep bulunmuyor); nitekim bu güne kadar suyla çalışan motor ve otomobil icadında hatırı sayılır başarılar kaydetmiş bulunuyoruz.

Motor suyla (veya havayla) çalışmasına çalışıyor tıkır tıkır, burada problem yok; problem dünya otomotiv sanayiini kontrol eden dev firmaların karşı istihbarat, karalama ve etkisiz hale getirme komplolarından bir türlü kurtulamayışımızdır. Bu teorinin mâkul bir izahı bile yapılıyor; buna göre otomotiv sanayii petrol türevleriyle çalışan motor esası üzerine dayandığı için suyla çalışan bir motorun bütün dünya ekonomisini altüst edeceği tartışılamaz; işte o yüzden otomotivciler derhal harekete geçerek bu gibi keskin Türk icatlarını ya hemen satın alarak veya düpedüz çamur atarak etkisiz hale getirmektedirler.

Halbuki suyla çalışan motoru, kendi kendine çalışan devridaim makinesi aracılığı ile üretebiliyor olsak Türkiye, bölgesinin ve dünyanın 1 numaralı ülkesi olacak, ekonomide, politikada ve askerî alanlarda herkesi dövecektir. Artık petrol zengini bazı Arap kabilelerinde olduğu gibi kimsenin çalışmaya ihtiyacı kalmayacaktır ve devlet herkese dilediği kadar maaş ve servet dağıtacak, buna mukabil onlardan vergi vermeleri, askerlik yapmalarını bile istemeyecektir.

Bu komplo teorisine inananlarımızın sayısı, mucitlerimizden hiç de az değildir; mevzu ciddi yani!

Mûcitlerimizin vatana ve millete yarayışlı bir icatta bulunarak bir an evvel milletçe keçeyi sudan çıkarmak için deliler gibi icat yapma şevklerinde göze çarpan ortak ve bir hayli can sıkıcı bir hususu görmezden gelebilir miyiz acaba: Daha önce birilerinin icat ettiği şeyleri, ikinci, üçüncü, hatta bilmemkaçıncı defa yeniden icat etmiş olmak (Meselâ otomobil gibi) affedilmeyecek bir kusur mudur? Bence değildir! Önemli olan daha önce icat edilmiş bir şeyi yeniden icat ederek hayal kırıklığına uğramak değil, bilakis bu yolla yeni bir şey icat etmenin tekniği hakkında hüner geliştirmektir.

Kabul edelim, bu bile az hüner değildir çünkü bizim mucitlerimiz, batılı ülkelerde veya hassaten Japonya’da gördüğümüz gibi zengin firmaların çok imkânlı laboratuvarları, fonları ve üniversiteleri tarafından desteklenmiyorlar; onlar genellikle sanayi çarşısında gündelik ekmeklerini kazandıkları dükkânın bir köşesinde tatil günlerinin tenhalığından yararlanarak dağılmış vites kutuları, başkaları tarafından yüz sene önce filan icat edilmiş rulmanlar, hurdaya çıkmış yedek parçalara ilâveten aslında her birimizin kolayca erişebileceği eski hortum parçaları, sabun, yapıştırıcı, paslanmış levhalar gibi alelâde malzemeleri bir araya getirerek yeni bir şey bulmaya çalışıyorlar ve bu esnada ancak çoluk-çocuğun rızkından ayrılmış küçük cep harçlıklarından başka bir sermaye birikimine sahip değiller. Az buçuk mekanikten anlasalar da temel fizik bilgileri ortanın altında; ne yabancı dil bilirler, ne de kolejlerde okutulup Avrupalarda staj yaparak yeni ufuklara açılabilme şansına sahip olmuşlar.

Bu gayreti “icat” diye adlandırmamız, daha önce de belirttiğimiz üzere hepimize azdan-çoktan bulaşmış küçüklük kompleksinden kaynaklanıyor; ne zaman böyle bir icat haberi okusam içimi hüzün sarıyor.

Eğri oturup doğru konuşacaksak, bu mâsum ve insana zaman zaman ağlama hissi telkin edecek derecede naif çabaları mucitlikten ziyade, yatışmak bilmez bir arayış azmi içinde çalışıp çabalayan ve akıllarının-imkânlarının erdiği kadarıyla eşyanın hakikatine nüfuz etmeye çalışıp çabalayan “İdealist, üretken insanlar” olarak nitelemeliyiz. Onlara birileri hatırlatmalı ki, bir şeyi ilk defa icad ediyor olmak şüphesiz önemlidir, şan ve şöhret getiren bir şeydir ama ondan daha onur ve gurur verici olan nokta, çalışmak, yani bir şeyler üretiyor olmaktır. Ampul değiştirmek için bile telefonla elektrikçi veya tamirci çağıracak kadar eşyadan uzaklaştırılmış ve yabancılaştırılmış kuşaklar içinden hâlâ, “Ben tüfek icat ettim, benzinle çalışan motor yaptım, çöp öğüten bir düzenek tasarladım, havayı temizleyen bir elektrik süpürgesi buldum” diyebilen insanların çıkıyor olması hepimiz için lütuftur, şanstır. Onlara mucit muamelesi yapıp eşya ile kurdukları sahici bağı yerinden uğratarak ayaklarını yerden kesmemeliyiz; bunun yerine bir şekilde onları taltif ederek üretkenlik kabiliyetlerini teşvik etmeliyiz. Yarın birisi çıkıp “Ben elle döndürülen su vanası icad ettim” derse, “Bravo, azmin elinden kim kurtulmuş ki musluk kurtulsun!” diye gayretlendirmeliyiz.

Meselâ bendeniz bu günlerde iki bacaklı bir tabure tasarımı üzerinde çalışıyorum; eğer denge meselesini halledebilirsem her tabureden iki bacak tasarruf etmek suretiyle milli ekonomiye ne kadar katkıda bulunabileceğimi düşünebiliyor musunuz? Kurtulduğumuz günün resmidir!


Kaynak (Arşiv)