İki arada-bir deredekilerden misiniz?
Ömrümüz tavır almakla geçiyor; bir insan olarak karakterimizi, tabiatımızı, görüş ve eylemlerimizi verdiğimiz kararlarla tayin ediyoruz. Tavır veya karar almamızı belirleyen şey, aile çevremiz ve terbiyemiz, eğitimimiz, alışkanlıklarımız ve en geniş manasıyla dış çevreden gelen etkilerdir. Neticesinde kararlarımız ortaya çıkıyor ve bu kararlar bizi niteliyor.
Her insan için geçerli olan bu genel tarif, 21. yüzyılda Türkiye'de yaşayanlar için biraz daha çetrefil problemler ortaya koyuyor. Şimdi bazı örneklerle bu zorlukların daha anlaşılır tariflerini yapmaya çalışacağım. Peşinen belirtmeliyim ki vereceğim örnekler kimliksiz, anonim bir ortalama şahıs yerine bu satırların yazarınca yaşanan problemlerden yola çıkıyorsa da nihai planda herkesi ilgilendiren bir yanı olsa gerektir.
DEVLETLE AYDINLAR ARASINDA SIKIŞMAK
Aydın olmanın başta gelen şartı, başta devlet olmak üzere her nevi otoriteye karşı çıkmak, müteyakkız ve bağımsız bulunmak diye bilinir; bu hassasiyet elbette Anarşizme ve Nihilizme kadar genişletilemez ama Türkiye'de devletin taraf olduğu konularda aydınlar, devletin herhangi bir konuda doğru ve isabetli tavır gösterebileceğini genellikle kabul etmezler. Bu manada devlet, her maça 1-0 yenik başlamaya mahkumdur. Batı ülkelerinde tabii görünen bu hâl, Türkiye'de yaşayan biri için pek o kadar tabii görünmez. Faşistlerin yaptığı gibi devleti her hâl ü kârda yüceltilmesi gereken bir kurum olarak görme yanlışına düşmeden devletin desteklenmesi gerektiği yerde bu tavrı sergilemek, anlatmaya çalıştığım sıkışmışlık duygusuna iyi bir misaldir.
LAİKLİK FİKRİYLE DİNDARLIK ARASINDA SIKIŞMAK
Tam tâbiriyle "yarım-yamalak" bir laiklik anlayışının bürokratlar tarafından hırs ve ihtirasla savunulduğu bir ülke olan Türkiye'de laikliğin, demokratik bir lâzıme ve araç olarak gerekliliğini savunmak hayli zor bir pozisyondur; çünkü mevcut laiklik anlayışı, büyük bir dindar kitlenin din kavrayışını daraltmakta, onların kendilerini zaman zaman "hakarete uğramış" gibi hissetmelerine yol açmaktadır. Bir dindarın laikliği savunamayacağını zanneden çevrelerin psikolojik baskısına ise değinmiyorum bile.
HÜKÜMETLE MUHALEFET ARASINDA SIKIŞMAK
Bizde yaygın olan ya muhalefetten, ya da iktidardan yana tavır almaktır; her iki kurum karşısında bağımsız ve serbest vaziyet almak alışılageldik bir davranış değildir. Hükümetten sâdır olan olumlu bir yaklaşımı överken kolayca "iktidar yalakalığı" ithamına bulaşmak gibi bir sevimsiz ihtimal yanıbaşınızdadır. Buna mukabil kendini muhalif sayan birisi ise, iktidarın hiçbir olumlu eylemini görmemeye kendisini şartlandırmış gibidir.
TÜRK'LE KÜRT ARASINDA SIKIŞMAK
Bu konu en tehlikeli ve her adımı adeta mayınlarla döşenmiş bir sahadır Türkiye'de; neticede ucu bölünmeye kadar uzanabilecek sevimsiz ihtimaller taşıdığı için büyük risk ihtiva eder. Zira bu konuda taraflar en küçük tenkidi bile kaldıramayacak derecede tahammülsüz ve peşin fikirli bir pozisyona şartlandırılmışlardır. Her iki taraf da birbirini suçlayan ve mahkum eden bir politik sözlük geliştirmiştir; o sözlükten seçtikleri rastgele, "Faşist, ırkçı, sömürgeci, bölücü, çocuk kaatili, terörist, gerilla vb." gibi kelimelerle açılan baraj ateşi, "anlamak ve anlatmak" çabalarını hemen bertaraf eder. Bu sözlük, anlaşmak değil, nizâ etmek üzere hazırlanmışa benzer.
O yüzden aklıselim sahibi Kürtlerle, aynı niteliği taşıyan Türkler kolayca bir araya gelip sağduyuyu büyütemezler, çünkü birbirlerine önyargıyla bakmak mahbesinden çıkmaları zordur; arada kaynayıp giden doğrular ve gerçeklerdir, kazananlar ise şarlatanlar ve kötü niyetliler.
MİLLİ İLE ENTERNASYONAL ARASINDA SIKIŞMAK
Aslında bahse bile değmez ama Türkiye'de inceden inceye izahı lazımdır. Milli durmak ve milli düşünmek, enternasyonal duruşa ve düşünceye aykırı hallerden değildir; bilakis biri olmadan öteki vücud bulmayacak tavırlardır bunlar. Milli duruş, milliyetçiliğin sâkin, fikir hamûlesi ile yüklü ve neticesi o kişinin eylemlerinden anlaşılabilecek bir vaziyet alışıdır. Paradoks gibi görünse de Türkiye'de kendisini milliyetçi sayan birinin "ben bir milliyetçiyim" diye sancak göstermesine ihtiyaç yoktur ama ne gariptir ki Türkiye'de bu sancak yükseltmeksizin vaziyet anlaşılmaz. Kezâ Türkiye'de "milli duruş sahibi" olmanın, ille de Türk aslından gelmek mânâsına gelmediği, gelmesi gerekmediği de henüz anlaşılamamış bir keyfiyettir. Milli duruş sahibi olmak, ülkenin coğrafyasına, tarihine, kültürüne ve yeryüzünde kapladığı anlama katılmak ve desteklemektir oysa ki.
Enternasyonal olmak ise Sâdi'nin "Benî Ãdem âzâ-yı ye digerend" mısraının tarif ettiği şeydir; Ãdemoğulları, birbirlerinin uzvu gibidir; birbirinden uzaklaşmak yerine yakınlaşmaları tabiatın lisanına daha uygundur ve bu hissin en büyük destekçisi ise vicdandır. "Mâşeri şuur ve vicdân" kavramı, İslâmi bir tâbir olarak beynelmilel duruşun belkemiğidir ve işin güzel tarafı insan olmanın ilk vecibesidir.
Bizde bu iki vaziyetten birini tercih etmiş olmak kâfi sayılır; biriyle öteki arasında duvarlar var addedilir ve arasında sıkışır kalırsınız.
GELENEKLE MODERNLİK ARASINDA SIKIŞMAK
Türkiye'de gelenek, şimdiki zamana ait olmayan eski kurum ve âdetlerden yana tavır almak gibi anlaşılmaktadır; halbuki geleneğin şu şekilde anlaşılması gerekirdi: Herhangi bir vakıayı meydana getiren bütün süreci anlamak ve bilmek ihtiyacı; öyle bir ihtiyaç ki o süreç bilinmeden ve anlaşılmadan bugünü yorumlamak, yarını kestirmeye çalışmak sağlıklı bir davranış olmayacaktır.
Modernlik ise şimdiki zamanın sorduğu sorulardır ve mutlaka bir cevaba kavuşturulması gerekir. Suallerin sizin tarafınızdan hazırlanmadığı gerekçesiyle imtihanda cevap vermeyi reddetmeniz, neticede nasıl sadece size zarar verecekse modern vaziyetlere cephe almak da aynı şekilde mânâsız ve zararlıdır. Bu mâkul izah tarzı, geleneğe dair her şeyin geçersiz ve tehlikeli, şimdiki zamana dair herşeyin makbul ve memduh olduğunu zanneden safdilâne bir yenilikçilik kavrayışı yüzünden hatırı sayılır bir nizâ konusu haline gelmiştir.
TARAFTARLIK VE CENTİLMENLİK ARASINDA SIKIŞMAK
Bir şeye taraftar olmak, o şeye benzemeyen herşeye düşman kesilmek biçiminde anlaşılabilir mi? Türkiye ise evet. Taraftarlık kavramının en kolay anlaşılabildiği futbol dünyasında bile bir takıma taraftar olmak, körükörüne bir sadakat edebiyatıyla kaskatı hâle getirilmektedir. Halbuki taraftarlık, centilmenlik (fair play) olmadan tadı çıkarılamayacak bir vaziyet alıştır. Futbol bir oyundur, centilmenlik ise bir dünya görüşü ve bu iki kavram bir türlü birbiriyle eklemleştirilmediği için bizdeki futbol düşkünlüğü, Bizans'ın mahvında payı olan Maviler-Yeşiller ifrâdına benzer şekle dönüşmüş bulunuyor.
HASILI KELAM
Taraf olmak kolaydır çünkü taraf olmanın önceden belirlenmiş bir davranışlar listesi vardır; bağımsız ve serbest olmak, her yeni olay karşısında hadiseyi bütün eklentileri ve evveliyatı ile değerlendirmeyi gerektireceği için yorucu ve zihin konforunu yıpratıcı bir tutumdur.
Sizlere düşen bu listeyi kendinizce zenginleştirmek ve bu esnada aynı sıkışma hâlini yaşayıp yaşamadığınızı denetlemekten ibâret. O hâlde, "Ben bu çatışmaların kanatlarında değil ortalarında bir yerdeyim; kendimi tek kelimeyle şu kutuplaşmalarda taraf hissedemiyorum; çünkü beni tarif etmek için bu basit polarizasyondan kâfi gelmez" diyecekleri nasıl nitelememiz gerekiyor?
Sorunun cevabı sizde!