İçinde "laiklik" geçmeyen yazı
1980 ile 1995 arasındaki onbeş senede Belçikalı sinema yapımcılarının iç pazarda (yani Belçika'daki sinema salonlarında) gösterime koyabildiği filmlerin oranı % 3; buna mukabil Amerikan filmleri 1980'de % 47'lik pazar payına sahipmiş; bu oran 1995'te % 97'ye çıkıyor!
Bize ne yahu diyeceksiniz; haklısınız ama müsaade edin birkaç örnek daha vereyim: Danimarkalılar, Belçikalılardan daha "Ulusalcı". Aynı zaman kesitinde yerli pazarın % 23'üne egemen olan "yerli Danimarka yapımları", 95'te % 14'e inmiş, buna mukabil Amerikan filmleri Danimarka pazarının % 77'sini eline geçirmiş.
Laiklik modelinde Türkiye'ye mostralık eden Fransa'da durum o kadar iç açıcı değil (Heyhat! İçinde laiklik geçmeyen bir yazı yazayım dedim ama, işte görüyorsunuz!) Fransızların yerli pazara hakimiyetleri ilk bakışta imrendirici seviyede: 1980'de % 47; bir ara 53'e kadar çıkan rakam 95'te 33'e iniyor. Aynı yıllar içinde Hollywood yapımlarının Fransa'daki itibarı, % 35'ten 58'e çıkmış. Vahim. Fransız entelektüelleri bir ara pek cayırtı koparmışlardı, şimdi durum nedir bilmem.
Almanların vaziyeti Fransızlardan beter: Alman sinemalarında gösterilen Alman yapımlarının oranı bir ara % 23'e kadar çıkmış ama % 11'de çakılıp kalmış. Amerikan yapımları ise % 75'le Alman pazarını tek başına elinde tutuyor.
Komşumuz Yunanistan'ın durumu nasıl dersiniz? 80'lerde iç pazarın % 28'ini teşkil eden yerli filmler, 95'te, -sıkı durunuz- % 6'ya gerilemiş; hâsıl olan boşluğu % 87'lik bir skorla kimin doldurduğunu merak etmediğinize eminim: Amerikalılar!
Bir zamanlar Türkiye piyasasına hatırı sayılır miktarda film satan İtalyan sinemasına bakalım: Onbeş sene içinde iç pazara % 43 oranında İtalyan filmi veren bu endüstri, 1995'te % 15'e kadar gerilemiş. Amerikalı yapımcılar ise aynı zaman içinde İtalyan sinema salonlarına % 33 dolaylarında film satabilirken 95'te bu rakamı 74'e yükseltmeyi başarmışlar.
İspanya'nın direnişi de kayda değer nitelikte; belki de Avrupa'da Hollywood sinemasının en az itibar gördüğü seyirci kitlesi İspanya'da fakat orada da rakamların yükseliş eğilimi, ötekilere benziyor.
Avrupalı sinemacılar kaybediyor; Amerikan sinema endüstrisi kazanıyor.
Listede Türkiye yok fakat zannımca eğer olsaydı, komşumuz Yunanistan'ınkine benzer bir durumla karşılaşacağımız tahmin edilebilir; ayrıca 1995'ten bugüne kadar geçen 13 senelik taze bilgiler de mevcut değil. Bu istatistik bilgilerini, Geoffrey Nowell-Smith editörlüğünde yayınlanan ve Ahmet Fethi tarafından Türkçeye çevrilen "Dünya Sinema Tarihi" isimli "baba" müracaat eserinden aldım (Kabalcı Yayınları, İst. 2003, s. 862); yeri gelmişken bu eserin kitaplığıma intikalindeki samimi yardımından ötürü sevgili Rasih Yılmaz'a teşekkürlerimi gönderiyorum.
Sinema, benim uzmanlık saham değil, "sekans"la sahnenin farkını bile bilmem fakat yine de bu duruma fena halde bozulduğumu belirtmeliyim; gerçi Bernard Shaw'a atfedilen "üç türlü yalan vardır: yalan, kuyruklu yalan ve istatistik" nüktesinin meâlini hâtırdan uzak tutuyor değilim ama neresinden baksanız taş gibi gerçekler bunlar. Eskiden biz film mevzuubahis olunca "yerli-ecnebî" sınıflandırmasını bilir ve anlardık; şimdi ecnebî kelimesi Hollywood sinema endüstrisi ile iç içe geçmiş durumda. Adamlar hikâye anlatıyor, biz dinliyoruz; adamlar rüya görüyor biz seyrediyoruz, adamlar neye nasıl tepki vermemizi tedris ediyor, biz öğreniyoruz.
Şimdi diyorum, biz bu kendi söküğünü dikemeyen Avrupa Birliği'ne girsek ne olur, girmesek ne olur?