"İçerden tenkidin" kıymeti

İçerden tenkid, pek alışık olmadığımız bir hesaplaşma türü. Bir nevi dışarıya yönelmiş iç hesaplaşma:

Pergel kullanırken iğneli ucun doğru yerde durup durmadığını kontrol etmek cinsinden bir şey. Siyasi kültürümüzde içerden tenkidin "yıkıcılık, bozgunculuk, hainlik" türünden değerlendirmesi, demokratik kültürün seviyesini de tayin ediyor. Mütemadiyen kendi nefsini tebrie edip duran biri, ezelî ve ebedî hakikatin hâmili olsa ne olur; cevabı taassuptur. Taassup, çıplak haliyle hakikate düşmanlık değildir, hakikati kendi yorumuyla tahdid edip, onu denetim dışında bırakmaktır.

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin iki günden beri yayınlanmakta olan konuşma metinlerinde en ziyade dikkatimi çeken nükte, "içerden tenkid" konusunda gösterdiği yeni açılımlar oldu. Bu önemli dikkatin İslâm coğrafyasında (ki bu kavrama dahi içerden tenkid getirildiğini hatırlayalım) lâyıkıyla yankılanması, yeni, velûd ve hayırhah fikir vâdilerinin yeşermesi ne güzel bir gelişme olur. Vaktiyle İslâm düşüncesini çiçeklendiren bereketli tartışma iklimine atıfta bulunulması mânidar ve önemli. Şarkiyatçılar, İslâm âleminde fıkıh mekteplerinin mazbut hale gelmesini müteakip siyasi otoritenin iç tenkid ve özeleştiri kurumuna tahdid getirdiklerini ve eski müsamaha ortamının yerini sert bir tahammülsüzlüğe bıraktığını ileri sürüyorlar; bu yorum haklı olduğu kadar sonraki tesirleri bakımından dramatik sonuçlar doğuran bir kırılışı temsil eder: "En isabetli yorumları elde ettik, bundan fazlası nâsın zihnini karıştırmaktan öte fayda sağlamaz" düşüncesi, kamu işlerini tedvir eden otorite bakımından ne kadar sâlimse, fikri zenginlik ve hareketliliğe ihtiyaç duyan zihnî faaliyetler için bir o kadar meş'um sonuçlar doğurmuştur. İslâm fikriyatında o katılaşmanın izlerini hâlâ koruyor olmamız ise bir başka talihsizlik.

"Teröre girmiş bir insanın Müslüman olarak kalması zordur" sözüne mim koyalım; bizler için gayet mâkul ve öyle olduğu için İslâmî bir nükte taşıyan bu mânâ, sözüm ona İslâm dünyasının başka mahfillerinde çok incitici yorumlarla cerh olunabilir ve öyle oluyor. Hocaefendi'nin bu cümleyle başlayıp devam eden ifadeleri vâkıa kendini izah ediyor ama bu iç tenkidin nihai isâbeti, müşterek (hatta kozmik) bir İslâmi şuur inşâ edememek noktasında Müslümanların zaafını tesbit etmesindedir ki buna "müşterek İslâmî akıl fıkdânı" da denilse yeridir.

Bu sözler değerini ve tesirini, söyleyenin samimiyet ve ihlâsından alıyor; dış âleme değil, içe aittir. Tahribe, münaferete ve birbirini tetikleyen öfke nöbetlerine değil, barışa, yapıcılığa ve hayata yönelik olduğu için "İslâmî" bir öz taşıyor. Ve acı sözlerdir; yakıcılığı, bir ilâç gibi memâttan ziyade şifâya yönelmiş sözlerdir; samimiyeti ise, söyleyenin Müslümanlar kafilesinden bir ferd-i vahidin ağzından çıkmış olmasında; müeyyidesi yok, karşılığında kimseden ücret ve âferin de beklemiyor. Yarın Hak divânı'nda "dilin vardı söylemedin; aklın vardı düşünmedin, fırsatın vardı yapmadın" diye i'taba çekileceği bilen bir mü'minin avurdunu çiğnemekten ötürü kan tükürmesini andıran kelimelerdir ve o mânâ çerçevesinde önyargısız, olduğu gibi anlaşılmalıdır.

"Müslümanlar teröre bulaşmaz" noktasından, "Teröre bulaşan Müslüman kalamaz" noktasına geçmemiz uzun sürmedi; bu kabulde hayır görüyorum. "Ne aradığını bilmeyen ne bulduğunu da bilemez" denilmiştir; derdimizi tarif edemezsek, devâ ummaya hakkımız olmaz. Bu nokta-i nazardan Fethullah Gülen Hocaefendi'nin acı ve isabetli ikazlarının zihinlerde semeredâr ve hayra bais olmasını diliyorum.

Acil şifâlar efendim; an karib'üz zaman vatana avdetiniz duasıyla...


Kaynak (Arşiv)