İç siyasetimizde 'deniz' faktörü

İskenderun’dan başlayarak Akdeniz sahiline, oradan Ege boyunca Trakya’ya doğru uzanan hayır rengine boyanmış iller, siyasetin sosyolojiyle kesiştiği yerde yeni yorumlara kapı araladı. Karadeniz haricinde Türkiye’nin bütün kıyı şeridini izleyen hayırcı dalga ne anlama geliyor sorusunu hâlâ tartışıyoruz. Söz konusu iller, altyapı meselesini önemli ölçüde aşmış, nisbi olarak gelir ve refah seviyesi, eğitim derecesi yüksek vilayetler. Ayrıca bu illerin turistik potansiyeli yüksek olduğu gibi Türkiye’nin en bereketli ve verimli endüstriyel tarım alanları bu şerit üzerinde bulunuyor.

Geçen hafta İzmirli bir okuyucum, kendi yorumunu ihtiva eden uzunca bir mektup gönderdi. Emekli ordu mensubu olmasına rağmen bu okuyucunun tahlilinde ilgi çekici noktalar vardı ve özetle şu fikirler ileri sürülmekteydi:

DENİZ, DELİKANLIYI BOZAR MI?

“Hayır oyu kullanan şeritte yaşayan insanların daha çağdaş ve modern, kalkınmış, eğitim ve kültür seviyesi itibariyle yüksek oluşları hadiseyi tek başına izah etmiyor; öyle olsaydı İstanbul, Ankara, Bursa, Kocaeli, Kayseri, Trabzon gibi yerlerde de aynı siyasi davranışı görmek gerekirdi. Asıl izah edici faktör bu şeritte yaşayanların hayat tarzı ve dünya görüşüdür. CHP’nin denize sahili olan turistik potansiyeli yüksek illerde daha çok taraftar bulması tesadüf değildir. Bu illerde nisbi refah ve serbest hayat tarzı, ailede gençler üzerinde kontrolü zayıflatmış bulunuyor; bölge ekonomisinin turizme yaslanması kültürü kozmopolit yönde değiştiriyor, gelenekler zayıflıyor. Bu kültürden uzaklaşmak, alışılmış serbestiyi kaybetmek, turizmin gerilemesi, gelirin azalması gibi algılanıyor. Bu hayat tarzı, laikliğe bakış açısı sebebiyle CHP’nin sahiller boyunca tercih edilmesine yol açarken, CHP yandaşlığı kendiliğinden AK Parti düşmanlığı ile tahkim ediliyor.”

DÜNYA GÖRÜŞÜ FARKI DEĞİL, APAÇIK NEFRET...

Burada biraz ara vermemiz gerekebilir çünkü hayır oylarında, CHP’nin fikirlerine duyulan hayranlıktan ziyade “AK Parti’nin düşmanı ve alternatifi” şeklinde bir izlenim uyandırmasının daha tesirli olduğu kanaatini ben de paylaşıyorum. CHP, bu referandumda aynı doğrultuda politika geliştirdi: Paketin muhtevasına girmeden AK Parti’nin ve hükümetin gizli bir gündemle ülkeyi ele geçireceği teması üzerinde durdu ve hayrettir, başarılı oldu. Oysa ki okuma-yazma oranı itibariyle “Okumuş” bir kitle olması icab eden CHP yandaşlarının, en azından bir metin analizi, bir muhteva tahlilinde bulunarak, AK Parti’ye karşı körüklenen nefretten ziyade CHP’nin fikriyatını öne alması beklenirdi.

Somut, elle tutulur ve irdelenebilir projeler yerine korku ve endişeleri abartarak siyaset yürütmek bir sanatsa, CHP’nin referandumda bu sanattan önemli örnekler gösterdiğini teslim etmemiz gerekiyor.

DENİZ KUVVETLERİ NİÇİN DAHA BİR MUHALİF?

Okuyucu mektubunda asıl dikkat çekici husus, pek iyi ifade edilememiş olsa da “Deniz” faktörüdür. Şöyle izah ediliyor özetle: Vaktiyle Batı Çalışma Grubu, kara, jandarma veya hava kuvvetlerinden ziyade deniz kuvvetleri bünyesinde yarı illegal bir yapı oluşturmayı başarmıştı. Deniz kuvvetleri, personel istihdamında daha çok denize kenarı olan il ahalisini tercih ediyor. Son iki yılda iddianamelerle ortaya çıkan illegal yapılanmalarda da deniz kuvvetleri, anlamlı bir öbek teşkil edecek derecede çok zikredilmektedir. Silahlı kuvvetlerin tamamına eşit derecede dağılmış olması gereken laiklik hassasiyeti ve irticâ düşmanlığı, katsayı itibariyle deniz kuvvetlerinde birkaç katına çıkıveriyor. Okuyucum, “Bu bir tesadüf olamaz, aradaki bağ bârizdir; deniz sahillerindeki serbest hayat tarzı, kendini savunmak için dine ve dindarlığa karşı sert tepkiler gösteriyor” demeye getiriyor.

...

Bu tahlil hakkında fikir yürütmezden evvel, iki önemli noktayı tesbit etmek gerekiyor; bunlardan ilki, bahsedilen kıyı şeridinde illerin anlamlı bir ağırlıkta “Hayır” oyu kullanmadığıdır. Söz konusu illerin yarısından çoğu yüzde 50 civarında öbekleşen bir hayır tercihinde bulunduğu gibi evet tercihi yapan illerde de yarıya yakın ekseriyette hayır oyları verildi. İkinci husus olarak Karadeniz sahillerimizin söz konusu hükümden ayrı tutulması lüzumu ortaya çıkıyor. Karadeniz, belki hırçın tabiatı gereğince deniz ve tatil turizmine imkân vermemesiyle “kıyı şeridine bağlı burjuva hayat tarzı” ortalamasının dışında kalıyor ve genellikle muhafazakâr Anadolu değerleriyle ortaklık gösteriyor.

DENİZCİLER, HER ORDUDA DİĞERLERİNDEN BİRAZ FARKLIDIR

Tarih boyunca liman şehirlerinin, başka kültürlerle temasa yatkın; sahil yerleşim yerlerinde yaşayan insanların kozmopolitizme açık, yumuşak, barışçı ve konformist karakterli bir hayat tarzını takib ettikleri ileri sürülmüştür.

Türkiye haritası üzerinde hayır oyu veren illerin mânidar bir şerit takip ederek güneydoğu sahillerinden kuzeybatıya doğru ilerlemesi elbette kayda değer bir veridir fakat “deniz” faktörünün kendi başına anlamlı olduğunu zannetmiyorum. Özellikle deniz kuvvetlerinde yoğunlaşan laikçi tepkilerin, sahil kökenli personel istihdamıyla ilintisi de ihtiyatla yaklaşılması gereken bir tespit gibi görünüyor bana. Ne var ki bu ihtiyat payı, deniz kuvvetlerindeki “Siyasete müdahale eğilimi”nin güçlü ve anlamlı bir olgu teşkil etmesini gölgelemiyor. Bu hadiseyi ancak deniz kuvvetlerinin istihdam politikası, eğitim programları ve ömrü denizlerle limanlarda geçen asker kişilerin oluşturdukları meslek geleneklerinde aramak daha doğru olacaktır. Askerlik yapmış olanlar, savaşçı (muharip) birliklere mensup subayların destek birliklerini –sırf muharebe hattının gerisinde mevzilenmekten ötürü- hafifsediğini bilirler. Kara ve havacıların ise denizcileri, özellikle disiplin konusunda eleştirdikleri mâlumdur. Disiplindeki standart farkının, denizlerde yaşamak ve savaşmak lüzumundan doğan farklar olduğunu peşinen tahmin edebiliriz fakat buna ilaveten deniz kuvvetlerinde, diğer ordu birliklerinde yadırganacak ölçüde “Laikçi hayat tarzını korumak endişesiyle siyasete müdahale arzuları” yeşerdiği de görmezden gelinemez. Ordunun siyasete müdahale ettiği olayların listesi gözden geçirildiğinde denizcilerin, özellikle son zamanlarda daha fazla endişe taşıdıkları ve daha çok müdahale arzusu besledikleri anlaşılıyor. Bu mesele, nihai planda genelkurmay karargâhının cevap vermesi gereken bir problemdir.

ASIL ENDİŞE ETMEMİZ GEREKEN...

Kaldı ki deniz kıyısında yaşayıp geçinenlerle kara ikliminde yaşayanlar arasındaki dünya görüşü farkı, sadece Türkiye’ye mahsus olmayıp neredeyse evrensel bir sosyolojik kategori teşkil eder ve bu farklılığı bir dereceye kadar tabii kabul etmek zorundayız. Endişelenmemiz gereken şey, Türkiye’de iç siyasetin gizli niyetler, korkular ve düşmanlıklar üzerine bina ediliyor olmasıdır bana göre; bu tutum, referandum ve öncesindeki genel seçimlerde bir AK Parti eleştirisinden ziyade bir AK Parti düşmanlığı olarak ortaya çıktı ve korku hızla politikleştirilerek kitlelere bulaştırıldı. Tehlikeli olan ve mutlaka düzeltilmesi gereken arıza buradadır; insanların politik fikirler etrafında öbekleşmesi ne derece normal ve sağlıklı ise, insanların korkularından yakalanarak siyasi cepheleşmeye itilmesi o derece tehlikeli ve faydasızdır.

Türkiye’de siyasi muhalefet, proje itibariyle cezbedemediği kitleleri, korkularına hitap ederek sertleşmeye ve kendi zeminini korumaya çabalıyor. İşte bu gelişme için gerçekten endişe edebiliriz.


Kaynak (Arşiv)