İç rom, çiz nü; var ise akl-ı şuurun...

Yıllarca önce o karikatürü kesip çalışma odamdaki panoya iğnelemiştim. Çizerini, yayınlandığı dergiyi hatırlayamadığım bu karikatürün konusu şöyleydi: Beyoğlu'nun kuytu ara sokaklarından birinde çöplerin öbeklendiği pis bir köşede duvara yaslanmış oturan dilenci veya hâne-berdûş görünüşlü iki hırpani kılıklı adamdan biri, ötekine, "Yav" diyor, "Şeytan diyor ki, bas git buralardan, terk et bu şehri.", Öteki gayet mülâyim ve yorgun bir bakışla cevap veriyor, "İyi de" diyor, "Bakalım toplum buna hazır mı?"

Gaziantep'te Sanko Sanat galerisinde resimleri sergilenen ressam Ayşegül Yarar'ın bazı "nü" tablolarına seyircilerin ne tepki vereceğini kestiremeyen yöneticiler de yukarıda anlattığım karikatürdeki benzer bir yaklaşım sergilemişler ve demişler ki, "Gaziantep halkı 'nü' resimlere henüz hazır değil, olumsuz tepki verebilirler!" Bunun üzerine ressam hanım, "amanin bir tatsızlık çıkmasın da ben tek sanatımdan feragatte bulunayımdır" endişesiyle birkaç metre tül tedarikleyerek güzelim "nü" resimlerin, -hâşâ huzurunuzdan- kalça nâhiyelerini bir güzel kapatmış, fakat "çî fâide"; tasvir olunan hâtun kişinin sırt, omuz, kol, bacak vesair uzuvları ile saçı-başı yine ayan-âşikâre, palamut gibi üryân.

Siz sanatçı olmadığınız için bilmezsiniz fakat benim vaktiyle biraz sanatla uğraşmışlığım vardır, bilirim; bu, müthiş bir fedâkârlıktır aziz okuyucular! O stratejik ve jeopolitik nâhiyeleri kendi elleriyle bir ortaçağ tülbendiyle setrederken sanatçı yüreğinin nasıl parça parça olduğunu ve fekat henüz san'atten pek bir şey anlamayan hâlkımıza çağdaşlığın birkaç nümûnesini olsun götürebilmek emeli uğruna şol özveriye nasıl katlanı-katlanıverdiği sıradan insanlar anlayamaz, bilemez!

Otosansür ki, rahmetli Abdülhamid Han'ın, Con takımının karaladığı varakpârelere tatbik eylediği resmî sansür, otosansürün yanında leblebi çekirdek gibi kalır; öyle kötü ve fenâ bir şeydir.

Netekim sanat camiâmız bu bednam haber üzerine Fatih'in fedaisi Kara Murat veyahut kim Battal Gazi'nin oğlu gibi haydarâne bir nâra ile kıyâma geçerek, "utanç verici, vahim, bağnazlık, rezalet... ezcümle hiiaayyt" gibi sıfatlarla tavrını bir güzel koymuş bulunmaktadır.

Neticede mesele, "Yahu son halife Abdülmecid bile 'nü' yapmıştı" noktasına gelip dayanmış bulunuyor. Merak edip Abdülmecid'in "nü"süne bakıyoruz, bahçede beyaz bir karaltı seçilmekte; nü müdür, örtülü müdür anlaşılmıyor; belki de Abdülmecid o gün şevke gelip, "şöyle güzel bir nü yapsam gerektir" diye işe girişmişti de tutucu ve hain amucazâdesi Vahdettin'in tam da o gün yeğenini ziyaret edeceği tutunca, korkuyla tabloyu yarıda bırakmıştı, meçhûl!

Birader siz bu işleri son halifeden iyi mi bileceksiniz; üstelik bakınız, Abdülmecid'in büyük cousin'i Abdülhamid de, Bektaşiler gibi işi anlamazlığa vurarak şerbet niyetine şeker kamışı suyundan mâmul romları şurbederek âsâbını teskîn eylemekte imiştir. Kıssâdan hisse: Halife-i rûy-i zeminden daha muhlis Müslüman mısınız yahu, "iç rom, çiz nü; var ise akl-ı şuurun..."

Sadede geliyoruz; şu iki metrelik tülbend ile setredilen nü tablolar yüzünden bakınız nelere muttalî olduk idi: Biir, Gaziantep'te Sanko Sanat Galerisi diye bir mekân vardır. İkii: Ayşegül Yarar, umumiyetle nü resimler yapan ve pek tanınmayan bir hanım ressamımız idi (netekim web arama motoruna bu isimle yapılan bütün müracaatlarda bu sanatçımızın ismi, "sansürlenen tablo" haberiyle bitişik tarzda yer almaktadır) Üüç; böylece mükemmel bir "piyar" çalışması sergilenmiştir.

Siz bilmezsiniz, "piyar", İngilizcede "Public relations" yani halka ilişkiler kavramlarının kısaltmış hali olup, "tanıtma, bilgilendirme" mânâsına gelmekle beraber, siz bunu "reklâmın kötüsü olmaz" şeklinde de kabul edebilirsiniz vesselâm.


Kaynak (Arşiv)