Hünkâr beğendi!
Yeni ceza kanunundaki düzenlemelerin basın hürriyetlerini zedeleyeceği, Türkiye'yi gazeteci hapishanesi haline getireceği iddiaları, basın kuruluşlarını ayağa kaldırdı.
Her sektör, kanun düzenlemelerinin sektör menfaatlerine uygun olmasını ister; bu, son derece tabii. Kanun koyucu ise meseleyi bütün boyutlarıyla kuşatmak zorunda. Tartışmaya sebep olan maddelere, bir gazeteci veya basın mensubu değil de, sade vatandaş nazarıyla baktım, hoşuma gitti. Yeni kanun ferdin haklarını, sektör çıkarlarının önünde telakki etmiş; kanun çıktığı haliyle uygulanırsa yazar olarak günün birinde beni de sıkıntıya düşürebilir ama sade vatandaş olarak benim haklarımı, basın kuruluşlarına karşı esirgemekte. Ne yapmalıyım?
Çok basit; sade vatandaş olmanın saadetini tercih ederim.
Farkındayım, gazeteciler artık eskisi kadar düşük maliyetle, hızlı haber yapamayacaklar; ajanslar, gazeteler, muhabirler sıkıntıya girecek ama necib Türk matbuatı vaktiyle öyle sorumsuz tarzda habercilik yaptı ki, o ifrâtın böyle bir tefrite yol vermesi mukadderdi. Kendisini hâlâ "büyük haberci" sayan bir gazeteciyi hatırlarım meselâ. Sırtındaki TRT kamerası ile baskına çıkan polislerin peşine takılır ve açılan kapılardan içeriye sellemehüsselâm dalarak paniğe uğramış ve henüz zanlı hukukundaki insanları polis şefi gibi sorguya çekerdi. Oysaki devlet onu BBC'lere staj yapsın, habercilik öğrensin diye göndermişti vaktiyle. Aynı lâubâliliği Soho'nun batakhanelerinde tekrarlamaya kalkışsa on beş dakikada soluğu Londra polisinin nezarethanesinde alacağını pekâlâ bilirdi ama kendi ülkesinde "polis yedeğinde" habercilik yaparak şöhret oldu.
Baktım, yeni kanun böyle lâubaliliklere izin vermiyor; iyi ediyor. Muhabir birini itham eden bir haber yapacaksa, "AB standartları"nda hazırlık yapmak, haberi kovalamak, dosyasını tekemmül ettirmek zorunda. 132. madde meselâ; şahsi haberleşme muhtevasının basın yoluyla yayınlanmasında cezayı iki kat artırmış. Adli makamın izni olmadan telefon kayıtları yayınlamak zor bundan sonra. Kravat iğnesine gizli kamera koyup "suçlu" takibine çıkmak, ardından o görüntülerle iki saat haber programı yapıp yargısız infaza kalkışmanın bedeli ağırlaştırılmış.
Avrupa görmüş olanlar anlatırlar ki Batı'da gazeteler bizimki kadar renkli ve heyecan verici değildir. AB standartlarında haber servisi yapmanın getirdiği bir sonuçtur bu. Batı hukuku, kendi içinde örgütlenmiş ve devâsâ büyüklüklere erişmiş yapılara (bürokrasi, basın, çokuluslu şirketler vb.) karşı ferdi himâye etmeyi kendi felsefesi bakımından tutarlı buluyor. Bizim matbuat baronları kahir ekseriyetle Batıcıdır, Batılı hayat tarzına bayılır, öve öve bitiremezler ama sıra Batılı meslektaşlarının itaat ettiği haber toplama ve işleme kriterleriyle iş görmeye gelince "bu kadarı da fazla" diye düşünüyorlar galiba.
Tekzip ve cevap hakkı bundan önce kısmen ıslah edilmişti ama başıma geldiği için bilirim; on sene kadar önce hakkımda yayınlanan bir yanlış yorumu düzeltmek için cevap hakkı kullanmayı başaramamıştım. Yakın zamanlara kadar cevap hakkı, editörün insafına kalmış bir şeydi ve isterlerse yırtıp atarlardı. Tekzip hakkının nasıl kuşa çevrildiğini ise mesleğin pirleri çok iyi bilirler; özeti şu: Yapılan itham haberiyle mahkeme kanalıyla gelen tekzip asla eşit ağırlıkta yayınlanmazdı. Kısacası matbuat, -çok dişli ve güçlü olanlar hariç- dilediği adamın hayatını karartabilir, ona dünyayı zehir edebilirdi. Arşivlerde bu gibi keyfiliklerin çok örneği vardır.
Hâsılı kelâm "tartışma yaratan maddeler"i ben beğendim. Ceza dozajı sert tutulmuş olabilir ama felsefesi isabetlidir ve sade vatandaştan, güç odaklarına karşı ferd-i vâhitten yanadır.