Hrant Dink’in unutulmuş bir jesti ve hatırasına karşı sorumluluğumuz

Geçen sene aralık ayında Hollanda’da idim. Amsterdam bölgesinde, yoğun mesaisinden fedâkarlık ederek bana yöreyi gezdiren Cihan Haber Ajansı muhabiri sevgili hemşehrim Basri Doğan’la sohbet ederken söz döndü dolaştı, Hrant Dink’e geldi.

Doğan, Kasım 2006’da Hollanda’nın uluslararası yardım kuruluşlarından Oxfam Novib tarafından her yıl verilen “Pen Award” ödülünü alması için Lahey’e davet edilen Hrant Dink’in tören esnasında takındığı ve doğrusu pek bilmediğimiz dikkat çekici bir tavırdan bahsetti. Dink, ödülü alırken yaptığı konuşmada, ödüle sevinmekle birlikte, Türkiye’de ifade özgürlüğüne karşı mücadelesi dolayısıyla bir başka ülkede böyle bir ödüle lâyık görülmesinin kendisinde karmaşık duygulara sebep olduğunu söylemişti. Sözlerinin devamında ise “Üç dil bilmeme rağmen sizlere Anadolu Türkçesi ile hitap etmek istiyorum.” cümlesine yer vermesinin, salonda görünür bir hayal kırıklığı uyandırdığını hatırlıyor Basri Doğan.

Hrant Dink’i, “Türklüğü aşağıladığı” gerekçesiyle kötüleyerek katillerinin önüne iteleyen sözde vatanperver tayfası, onun “Yerli” tabiatını bile bile görmezden geldikleri için iki kere suçlular. Dink o toplantıda dileseydi rahatlıkla Ermenice veya Batı dillerinden biriyle konuşabilir ve bu tercihi herkes tarafından normal karşılanırdı. Ayrıca Ermeniceyi tercih etmesinin onu, ödül verenler katında daha sempatik göstereceğine de şüphe edilemez.

O tercihte çok güzel bir nükte vardı. Basmakalıp vatanperverlerin asla anlayamayacağı bir nükte. Herkes bilir ki Kapıkule’den yurtdışına çıkan şu bizim aydın takımı için Türkiye’yi çekiştirmek, aleyhinde konuşmak hem kolay hem puan getirici hem de “demokratik mücadele veriyorum” duygusunu pekiştiren bir eylemdir. Bizde devlet mekanizmasının algısı da o yöndedir. Batılı kişi ve kuruluşların eleştirileri bizde neredeyse tamamen kitabın ortasından söylenmiş hakikatler olarak kabul edilir ve değer görür.

Hrant Dink, anlaşılan böyle ucuzluklara tevessül etmemiş. Sözlerinin devamında ifade hürriyetinin önünde bazı engellerin varlığına rağmen demokrasi konusunda Türkiye’de belirgin bir dinamizmin varlığının sevindirici olduğunu belirterek aldığı ödülü Türkiye’de ve dünyada demokrasi mücadelesi veren herkesle paylaşmak istediğini belirtmiş.

Salondakilerin bu sözlerden hiç hoşlanmadığını kaydediyor Cihan muhabiri Basri Doğan: “Onlar başka bir şey bekliyorlardı. Türkiye aleyhinde bulunmasını, ülkesinden acı acı yakınmasını ümit ediyorlardı ama başka bir şeyle karşılaştılar.”

Bu kadarla da yetinmemiş Hrant Dink, o esnada söz konusu olan Hollanda seçimleri öncesinde iki siyasi partinin sözde Ermeni soykırımını kabul etmedikleri gerekçesiyle, bazı Türk kökenli adayları listelerinden atmalarıyla ilgili soruyu cevaplandırırken bunun ifade özgürlüğüyle çelişmesinden dolayı partilerin tutumunu kınadığını söylemiş ve şöyle sürdürmüş sözlerini: “Hangi ülkede olursa olsun, düşünce ve ifade özgürlüğü en kutsal haktır... Bırakın herkes istediği gibi düşünsün ve istediği gibi konuşsun!”

Dink, sözlerini şu vurguyla tamamlamış: “Türklerle Ermeniler arasında bir diyalog, bir normalleşme isteniyorsa bu ancak konuşmayla olur. Susarak olmaz, engellenerek olmaz. O açıdan Hollanda’da Türk kökenli adaylara getirilen bu yaklaşımı da garipsediğimi bildirmek isterim.”

Hrant Dink ne Türk’tü ne de Müslüman; ama kahpece öldürülmesinden sonra hep birlikte acıyla fark ettik ki o, bütün kimliklerin ötesinde ve üstünde sağlam şahsiyet sahibi bir insandı; siyasi akidelerinde dürüst, değerlendirmelerinde insaflı ve sezgileri itibariyle bu toprağın bir evladı olarak tamamen “Yerli” bir bakışın sahibiydi.

Artık bilelim ki Hrant Dink, 1915’te yaşanan fecaatlerin zihinlerde teşkil ettiği fay kırığını ortadan kaldırabilecek en anlamlı ve güçlü hareket noktası olacaktır. Hâtırasının böyle hayırhah bir maksada hizmet ettiğini bilebilse, herhâlde memnun olurdu.

Hrant Dink’in hâtırasını soldurmamak, bu toprakların emzirdiği her “Yerli”nin boynuna borçtur.

Biz aramızda konuşarak problemlerimizi çözeriz

Başbaşa sohbetlerinde Hrant Dink, Basri Doğan’a şunları anlatmış: “Basri Bey, sen Anadolu’nun Sivas şehrinde doğmuş Türk kökenli birisin. Allah seni böyle yaratmış. Aynı Anadolu toprağında ise beni Malatyalı Ermeni kökenli aileden olarak… Sen Türk kökenli Anadolulusun, ben ise Ermeni kökenli Anadoluluyum. Sen ve ben aynı yerin evlatlarıyız.Yediğimiz tarhana çorbası, içtiğimiz su aynı. Tek farkımız milliyetimiz. Benimle senin aranda bir sorun yok. Aslında bizi birbirimize düşüren bu kendini bilmez lağım çukurları (Batılı çıkar babaları). Tarihçilerin aydınlatacağı bu sorunlardan bizler mesul değiliz. Hollanda’yı, Türk kökenli adayları Ermeni soykırım iddialarını tanımadıkları için listeden çıkarmalarını Lahey’den kınıyorum. Bu çocukların suçu ve günahı nedir? Bizler konuşarak sorunlarımızı çözeriz. Kimsenin bizler arasına girmesine gerek yok.”


Kaynak (Arşiv)