Hişt, kasabalı!

Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi derslerinin kaldırılması etrafında çıkan cayırtının, gündemi değiştirmek için ne kadar hayırhah bir tesir yaptığını kaydederek sahaya giriyorum.

"Ne sıfatla?" diye sorarsanız cevabım şöyle: "Vaktiyle bu dersleri bizzat vermiş bir öğretim üyesi olarak."

Fikrimi peşin söyleyim: "Geç bile kalınmıştır" ama "Niçin şimdi?" sorusunun cevabını ben de bilmiyorum; bir sene sonra, diyelim ki yeni Anayasa'nın kabulünden sonra konu gündeme gelebilirdi pekâlâ. Ecevit'in tabiriyle "İvedi" bir durum yok ortalıkta! Vaktiyle yıldırım nikâhı diye bir uygulama vardı ve bu uygulamanın en önemli belgesi bir doktorun vereceği, "Acilen evlenmesinde zaruret vardır" yollu bir tıbbî rapordu. İnkılâp tarihi dersleri için "Acilen kaldırılmasında felsefî mecburiyet vardır" yollu bir raporu filan yok. Birileri, seçimde yıkamadıkları hükümete sıra altından çelme uzatıp tökezletmek, ötekiler de tartışma şehvetini kamçılamak için konuşuyorlar.

Önemli bir ayrıntı; bu dersler, (Türk Dili ve Edebiyatı dersiyle birlikte) 1981'de, Kenan Paşa ve şürekâsı tarafından icad edildi ve şöyle bir akıl yürütmeye yaslandığını tahmin edebiliriz: "Zararlı akımlara kapılan 'anarşit' gençler, Atatürk'ü ve inkılâplarını tanımıyorlar; bu dersleri okuyunca zihinleri açılır, Atatürkçü olurlar ve kavga sona erer!" Kanunu çıkarırken birbirlerine bakıp, "Yahu bu siviller bu kadarcık basit bir aklı şimdiye kadar niçin düşünemediler hayrettir?" diye gülümsediklerini de tahmin ederim.

"Cumhuriyet tarihi faslını anladık da Atatürk ilkelerini ders olarak okutmak da ne oluyor?" sorusu üzerinde durmayacağım; zira bu soru, Türkiye'yi kabaca ikiye bölen bir zihnî fay kırığı üzerinde duruyor. Bazılarına göre Atatürk ilkelerini doğru anlamış olsaydık, yaşadığımız tatsızlıkların hiçbiri olmayacaktı. Şahsî ve muhterem bir nokta-i nazar! Doğru mu; bence değil ama sorunun yanlışlığını kavramaktaki zorluk, YÖK'ün konuya bakışındaki, "Ne harika fikir" diye özetlenebilecek tutumundan başlıyor. Onlar, "Evet komutanım, bu çok doğru bir tesbittir ve aynen öyle yapacağız" dediler ve öğrencilere 12 yıllık ilk ve ortaöğretim boyunca öğretemediğimiz Türkçe ve Yeni Türkiye Tarihi'ni bir yarıyıl daha okutarak zihinlerde kalıcı bir vernik tabakası oluşturulabileceğini zımnen kabul ettiler.

Bu tutum utanç vericidir ve vaktiyle YÖK'ü temsil eden resmî ulemânın Epistemoloji ve İlmî etik gibi (meslekî ahlâk) kavramlardan ne kadar uzak kaldıklarını gösterir. Konsey, eğer o kanuna "Sabah sporu da yapsın keratalar hep birlikte, tâdâta da çıksınlar, bakalım artık solcu ve gerici olabiliyorlar mı?" şıkkını ekleseydi, şüphesiz YÖK'ümüz o dersi de müfredâta ilâve ediverecekti.

Anlıyor musunuz? Kenan Paşa ve şürekâsı değil burada eleştirilmesi gereken; her rüzgâra göre yelken kırmakta akıl almaz ferasetler sergileyen bilim bürokrasimizdir. Unutmadan söyleyim; aradan geçen otuz sene zarfında, genel hatlarıyla ilmî bürokrasimizin etik ve epistemolojik tutumunda zâhiri de olsa bir ilerleme kaydedilmediği fikrindeyim. Gazi Mustafa Kemal Paşa, "Muallimler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller ister" diyeceğine, "Muallimler lütfen evvelâ sizler öyle olunuz" şeklinde bir direktif verseydi daha iyi olacaktı. Atatürk'ün, "fikren, vicdânen ve irfânen hür olmak"ın kadr ü kıymetini nefsinde iyi anlamış bir devlet adamı olduğuna inanırım ama onun sırtından iktidar saltanatı sürenler, gençlere "Altı ok umdeleri" dayatırken, vicdanları zerre miskal titrememişti; tarihin bir istihzâsı daha!

Misâl: Bir hocamız, buyurmuş ki, "Boş ver kaldırılmaz, yemezler. Tribünlere oynuyorlar. Madem beğenmiyormuş dersin içeriğini, koysunlar kitabını. Bakalım neler yazıyor aslanım benim? Kasaba kafasıyla mı ders vereceğiz yahu?" İşbu, "Kasaba kafası" kavramının muhtevasındaki açık aşağılamanın altını çiziyorum. "Cumhuriyetin aristokratik erdemlerini hödük ve nâdân kasabalılara çiğnetmeyiz üleynn!" mânâsı çıkar buradan. Vaktâ ki kendisi açılım siyasetlerini iğnelerken, "Bu işler belediyeciliğe benzemez" şeklinde bir vecize daha serdetmiş, fakat ilmine hürmeten o günlerde işitilmezden gelinmişti.

"Her bürokrat liyakatsizlik derecesini zorlamak için elinden geleni ardına komaz" sözünü kim söylemişti yahu; Raymond Hull muydu o?


Kaynak (Arşiv)