Hikmet, roman yazmaktan niçin vazgeçti?
Ah bu mevsim; ah, bu yaz güzelliklerinin güz olgunluğuyla yanak yanağa verip ebedî bir tabiat felsefesini ağır ağır demlediği eşsiz zamanlar. Sararıp buruşmuş yapraklarla yeşil sürgünlerin aynı gövdede birbirleriyle dalga geçtikleri sayılı günler...
-N’aaber ihtiyar, bakıyorum gidicisin; her tarafın buruşmuş. Biraz cilt besleyici krem kullansan böyle olmazdı belki de?
-Haklısın genç dostum, gidiciyim. Hısım akrabadan çoğu dalından kopup kaldırımda ayaklar altında ezildi gitti bile; lakin sen sen ol, zindeliğine güvenme; güz fışkınısın sen; bir bakmışın bir kasım gecesinin soğuğunda suyun çekilivermiş.
-Ciddi olamazsın; önümde henüz koca bir yıl var!
-Sen öyle zannet yeğenim, neler gördü bu gözler...
İşte Hikmet, çınarın gölgesine yangelmiş kıraathane avlusundaki masada çayını beklerken böyle şairâne, edebî şeylere dalıp, zihninde hayali konuşmalar tasavvur ediyordu. Sabah ondan onikiye kadar çalışmış, ikinci romanına uzun bir soluk daha ilave etmeyi başarmanın ikramiyesi olarak kendine semt kıraathanesinde şöyle birkaç saatlik bir serseriyâne tegâfül molası vermiş bulunuyordu. Aniden zuhuru muhtemel şaşırtıcı ilham hücumlarını savuşturmak için akıl defteri elinin altında hazır, on dakikadan beri altında oturduğu ağacın dallarını, yapraklarını seyrediyordu. Ağaçlara âşıktı Hikmet. Annesi, “Oğlum ağaçlara âşık olacağına şöyle eli yüzü düzgün, helâl süt emmiş bir kıza âşık olsan da biz de mürüvvetini görsek” diye lâf çakmıyor değildi. “O ayrı bu ayrı anne” diyordu Hikmet.
İlk romanını tutturamamıştı ve yayıncı her uğrayışında, “Bastığımız gibi duruyor roman Hikmetciğim” diye homurdanıyordu. “Aslında iyi fakat tanıtımı eksik. Biraz basında dedikodusu olsa yürüyecek ama...”
-Yürümez aga, hatta şöyle söyleyim, biraz zor yürür!
-Hı, efendim?
Akranı yaşta gençten bir adam selamsız sabahsız masaya çöreklendi. Davetsiz bir misafir; hoppala! “Mahallenin delisi olmasın” diye geçirdi içinden, sağına soluna baktı dalga geçen var mı diye; kimseler yok.
-Hikmet bey tanımadınız görüyorum...
-Tanışıyor muyuz, affedersiniz!
-Tanışıyoruz demek eksik olur; siz beni gayet iyi tanıdığınızı düşünüyorsunuz; ben ise... Genç adam sözün burasında uzun zaman iskemlede oturanların yaptığı gibi belini arkaya verip omurlarını kütürdeterek gerindi. “Çok yoruyorsun beni çook.” Sonra teklifsizce ekledi: “Bir çay ısmarlamak yok mu yahu, neredeyse akraba sayılırız?”
Hikmet şaşkın, garsona el edip çay ısmarladı. Misafir, teklifsizliği ele alıp simit de istedi. Çay geldikten sonra Hikmet genç adama döndü,
-Tamam tamam, sâkin ol, anlatıyorum işte dedi genç adam. Ben Semih!
-Semih!
-Yok artık, bir de tanıma bakalım şimdi; Semih yahu Semih! Senin Semih!
-...
-Henüz nâtamam vaziyetteki ikinci romanının ana karakteri Semih. Darılıyorum ama, şimdi tanımazlıktan geliyorsun.
-Semih!
-Ta kendisi!
Hikmet, işletilme endişesiyle, “zaten farkındayım” dercesine etrafına baktı; yani birileri, muhtemelen arkadaşlarından birkaçı gizlendikleri yerden kahkahalar atarak “nasıl işlettik ama” diye ortaya çıkacaklar, Hikmet ise, “Anlamıştım oğlum” diyecek...
-Seni birilerinin işlettiğini sanıyorsun değil mi? Hikmetin şaşkınlığı büyüdü, söylemeyi tasarladığı her şey zihninde unufak olup dağıldı. Semih simidi ısırıp lokmayı ağzında yuvarladıktan sonra, “Bak anlatayım” diye söze başladı,
-Çocuk gibisiniz hepiniz. Şimdi içinden diyorsun ki, ‘yok canım, olamaz böyle bir şey’. Olmaz olur mu? Neyim ben, neye benziyorum. Tam tarif ettiğin, daha doğrusu tarif edemediğin gibi değil miyim? O yüzden tanıyamadın masana oturunca. Hem var hem yokum ben Semih diye birisi olarak. Bak şu simidi ısırıyorum ve simit eksiliyor. Dokun şimdi simide. Simit var değil mi; peki bana dokun şimdi de...
Hikmet çekinerek elini uzattı Semih’e tokalaşmak istermiş gibi. Eli Semih’in avucunu delip geçti.
-Yaa dedi Semih. “İşte böyle kolay geliyor bu işler romancı takımına; oturuyorsunuz masanın başına, bir adam, bir karakter, bir hayat, hatta hayatlar tasarlıyorsunuz. İyi adamlar, kötü adamlar, gri bölgedeki adamlar. Sonra ortaya kaderi andırsın diye bir çelişki koyuyorsunuz. En bayatlamışı şu; oğlan kızı seviyor alamıyor veya kız da oğlana tutkun ama, bir başka birisi daha var; onu da gözden çıkarmak istemiyor felan-fıstık. Şimdi yazdığın romandaki karakterleri hatırla. Semih nasıl biri. Yakışıklı! İlle de yakışıklı olur zaten. Niye; çünkü romancımız, daha doğrusu bütün romancılar iyiyi tutarlar ve olayları öyle geliştirirler. Farkındayım buz gibi, şu sevdiğim kız, Nevin miydi, ha Nevin; bana biraz acı çektirecek ama sona doğru doğru yolu bulup aşkıma sadakat gösterecek. Kim kardeşim bu Nevin; tanımıyorum ben onu. Kendimi bile tanımıyorum be. Öyle yalap-şap yazıyorsun ki, bir türlü tamam olamıyorum. Kağıt uçurtma gibiyim: Biraz çıta, biraz kağıt ve tutkal ile ip. Hoop, oldu Semih!
Sonra Hikmet’le dalga geçercesine sesine romantik bir ton verip rol yapar gibi konuşmaya başladı,
-Semih iyi ve yakışıklı bir gençtir. Tıpkı benim gibi kumral, uzun saçlı, ince yapılı, fit beden. Huzursuz bir aile ortamındaki gerginlikler yüzünden içine kapanan Semih, aslında çalışkan bir çocuk olmasına rağmen... Burada bayatlamış bir espriyi tekrarlarcasına taklit içinde bir başka taklide geçiyor, ‘Bizim oğlan çok zeki teyzesi, fakat arkadaşları yüzünden haytalık yapıyor. Kendini derslerine bir verse başarılı olmama ihtimâli yok!’ Sonra Semih oyunun ortalarına doğru sıkılıyor... Hikmet ağzı bir karış açık, başına gelen bu emsalsiz olayı ilerde nasıl romana monte edeceğini hesaplarken Semih, aynı dalgacı edâ ile devam etti, “Derken Semih, ‘Ne biçim roman bu be!’ diye sahayı terk edip tribünlere çıkıyor ve kıraathanede Eylül ikindilerini demleyen romancısının yakasını, hatta daha güzeli kulağını yakalıyor ve aynen öğretmenlerin yaptığı gibi çevire çevire... Bak aynen böyle!
...
Hikmet kulağında az önce burulmuş gibi dayanılmaz bir acıyla terler içinde uyandığında, yastığı sırılsıklam buldu. Telâşla başucundaki roman notlarına atıldı. Metinde Semih’in adı geçen yerler bomboştu. Son sayfada tanımadığı el yazısıyla bir not:
-Hıı, sakın ha!
Hikmet o gün romancılığı bırakıp şiir yazmaya başladı; bahar gelince de bir bankanın memuriyet imtihanına girdi, başardı, aynı banka personelinden Hatice isimli bir kızla evlendi ve şu an iki yıllık memur ve bir kız çocuğu babası.