Hikmet-i hükümeti sobelemek!

Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un açıklamaları, Türkiye'nin terör konusunda yaşadığı çelişkileri ve hadiselere teşhis koymakta nasıl zorlandığımızı göstermesi bakımından ilginç ipuçları ile dolu.

"Eğitim durumuna baktığımızda gerçekten çarpıcı bir sonuçla karşılaşıyoruz. Teröristlerin % 10'u eğitimsiz, % 50'si ise ilkokul seviyesinde eğitim görmüştür (...) Örgüte katılanların % 60'ı cahildir. Kendini tatmin edecek bireysel kimlikten mahrumdur, yaklaşık % 75'i ise işsizdir. İşte bu sonuç bize, örgüte katılımları önlemenin en gerçekçi yollarını gösteriyor. Bölgede eğitim seviyesi yükseltilemezse ve işsizliğe çare bulunamazsa, örgüte yeni katılımları önlemek gerçekten çok zordur."

Terörü azgelişmişliğin, adaletsiz gelir dağılımının ve eğitimsizliğin sonucu saymak ziyadesiyle "kitabi" bir tesbit bana göre; aynı mantık, Türkiye'nin başka bir bölgesinde aynı işsizlik ve eğitim yüzdelerinin teröre yol açması gerektiğini işaret eder çünkü! Rakamlar görmezden gelinemeyecek kadar vahim; bu doğru ama problemin sosyal psikolojiyi, siyaset psikolojisini ilgilendiren tarafını ihmâl etmek doğru teşhise yardım etmez. Açıkça itiraf edelim veya imâdan sakınalım; meselenin bir de etnik milliyetçilik ciheti var ve bu dalganın derinliği sebebiyledir ki teröre karşı yürütülegelen resmi politikalar, bugüne kadar PKK olgusunu, "güneydoğulu" kimliğinden ayrıştırmakta ve izole etmekte yeterince başarılı olamadı.

Çare yeni bir teröre karşı mücadele kanunu mudur? İlker Başbuğ yeni bir kuruluşa ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor; cümle aynen şöyle: "Terörün güvenlik, istihbarat, psikolojik harekat, sosyal, ekonomi, eğitim boyutlarını inceleyecek, yapılacakları makro seviyede planlayacak, icracı makamlar arasında gerekli koordineyi sağlayacak, takib edecek, Başbakanlığa bağlı bir kuruluş."

Yıllardan beri teröre karşı istihbarat birimlerinin tam ve etkili işbirliğini sağlayacak bir koordinasyonun eksikliğinden bahsedildiğini duyardık. Sözlerin mefhum-ı muhalifinden böyle bir kurumun hâlâ mevcut olmadığı anlaşılıyor. Yıllardan beri teröre karşı mücadelede edinilen tecrübenin bir veri tabanına dönüştürülmemesi, bir "kurum aklı ve hafızası" şeklinde düzenlenmemiş olması büyük eksiklik. Böyle bir kurum, diyelim ki on seneden beri çalışıyor ve veri topluyor olsaydı, mayınlı saldırıların sebebini yine eğitimsizlik ve işsizliğe bağlar mıydık, merak edilir.

Terörle Mücadele Kanunu'na ilave edilmesi imâ edilen yeni tebdirler de pek tatbik edilebilir görünmüyor. Meselâ yasaklanmış bir örgütün renklerini taşıyan rozet takmak, teröristlerin resmini, görüntüsünü veya sesini kitle iletişim vasıtalarından duyurmamak gibi tedbir tavsiyeleri AB uyum kanunlarıyla nasıl te'lif edilir? Başbuğ Paşa bu zihni direnç noktasını aşmak gayesiyle hemen İngiltere'de terörle mücadelenin böyle yürütüldüğünü belirtiyor ve bu tesbitiyle, bazı Batılı ülkelerin terör konusunda çifte standarta başvurduğunu ima ediyor. Geleceği kimse bilemez ama bu istikamette tedbirler öngören bir kanun çalışması, zaten pek gönülsüz seyreden AB-Türkiye ilişkilerini kırılma noktasına kadar sürükleyebilir. Hele hele örgütle bağlantısı olanlarla, destek sağlayanlarla, örgütün propagandasını yapan kuruluş, kişi ve sivil toplum örgütleriyle mücadele etmek gibi muğlak ifadeler yeni gerginlikler de doğurabilir.

Bütün işaretler, Türkiye-AB ilişkilerinin terör mihenginde yeni bir bunalıma doğru sürükleneceğini gösteriyor. Günün birinde AB rotasından ayrılmamız en azından bu satırların yazarı için sürpriz sayılmaz ama bu ayrılışın mümkün mertebe buhransız geçmesi temenni edilir.

Eğer devletin derinliklerinde bir yerde hâlâ mevcut ise "hikmet-i hükûmet"in varlığını hissettirmesinin tam vaktidir.


Kaynak (Arşiv)