Hezâr âferin 'Keçe Kürdân'!
Apo'nun İmralı'daki odasında televizyon var mı bilmiyorum; eğer varsa önce Tuncay, ardından Gökhan, Yunan filelerini salladığında nasıl tepki vermiştir dersiniz?
Sorunun cevabı çok önemli, önemli sandığımız çok şeyden daha önemli. "Biz" dediğimiz şeyin, -o her ne ise- hangi unsur, hangi kimyâdan oluştuğunu göstermesi bakımından önemli.
Gökdeniz soldan harika çalımlarla ilerliyor, öyle ki son adam çalım yediğinin farkında bile değil, sonra kalecinin kapattığı köşeye çakıyor topu.
Top filelerde, tamam; o esnada Apo nerelerde?
Hatırlayacaktır, akrabasından görmediği iyiliği 99 senesinde Yunan Hükümeti'nden görmüştü; belki hâlâ o günlerden kalma bir gönül borcu hissediyor olabilir, mümkündür de, o minnet hissiyle, "tüh, rezil olduk be Nikopolidis, bunu tutmayacaksan neyi tutacaksın birader" diye olduğu yere çöküp kahrolmuş mudur, yoksa "hieeyt" diye havaya mı sıçramıştır?
O esnada hangi "biz" duygusu öne çıkmış, hangi refleks hükmünü icrâ etmiştir: Politik saf tutma içgüdüsü mü, yoksa bize, hepimize ait olan şeylere duyulan yakınlık mı?
Benim tahminim ikinci şıktır, yani "hieeyt, aldık bu maçı" refleksi.
İşte şimdi Aynur Doğan'ın Ehmedo ağıtını dinliyorum; sözlerini duyuyorum, ne mânâya geldiğini bilmiyorum ama anlıyorum. Bize ait bir şey çünkü. Böyle ağıtların Türkçe sözlüsünü de dinlemişim yüzlerce kere, hepimizin bildiği, anladığı şeyler; öyle bir anlam ki üzerine bir başka siyasi etiket yapıştırılması imkânsız. Tümer'in -ki şahsen pek sempatim bulunmuyor kendisine- vurduğu topun havada garip bir parabol çizdikten sonra ağlarla kucaklaşması cinsinden bir şey; kendinizi bir anda havada buluyorsunuz, aradaki işlem basamakları kayboluyor. Ekrandan yayılan görüntü milyonlarca yerde aynı hissi uyandırıyor, "biz" oluyor; golü Tümer atmış olabilir ama bizim hanemize yazıldı, maçı biz aldık, sevinen biziz.
"Biz" zamiri, bu mânâda çok değerli; en çıplak haliyle tezahür ettiği yerlerden biri futbol, öteki müzik. Schopenhauer diyor ki, "müzik doğrudan ruha ait bir şeydir; o yüzden anlamı ve tesiri son derece nettir; dolaysız anlaşılır."
Cumhuriyet tarihi boyunca rahmetli Muzaffer Sarısözen'in "Yurttan Sesler" korosunun yaptığını, devletin binlerce okulu, yüzbinlerce öğretmeni, yüzlerce milli bayramda atılan onbinlerce hamasi nutuk yapamamıştır. Halk musikisi, bu ülkede yaşayan insanların bir halk teşkil ettiğini en dolaysız şekilde talim etmiştir hepimize; o sebebledir ki Cumhuriyet nesillerinin vatan anlayışı, türkülerin coğrafyası ile aynı izdüşümdedir. Laz havaları, Kerkük hoyratları, Selanik türküleri, Kürt halayları, zeybekler, ağırlamalar, uzun havalardır ki en kısa yoldan, adını "biz" koyduğumuz şeyin inşâsına temel oldular; o biz dediğimiz şey bu musiki ile hissedilir ve paylaşılır hale geldi. Refahı, adaleti, mutluluğu paylaşsaydık şüphesiz daha güzel olacaktı ama bu nimetlerin eksikliğini bölüşmek bile, derinlere kök salmış beraberlik hissini geriletemedi. Bu kimyâ devletin icadı değildir, hepimizin elbirliği ile bir ucundan tutup yücelttiğimiz ve sahici hale getirdiğimiz bir nimettir.
İşte o "biz" hissini analitik usullerle görünür hale getirip sayılara dökerek hakkında yorum yapmayı gönlüm çekmiyor. İnsan sevdiği birinin iç organlarını görünce, -velev ki "bilmiş" olmanın verdiği gururla- hoşnut olur mu? O sayılar, o incelikli istatistik usulleriyle yapılmış grafikler neticede farklı elemanları görünür hale getiriyor; halbuki Gökhan'ın attığı golle karşıdan çatlak gibi görünen bütün farklılıklar "kum gibi" dağılıp, yerini bir kumsalın güzelliğine terk ediyor.
Aynur'un "Ehmedo"su Kürtçe; mânâsı bize dairdir. Hezâr âferin sana "Keçe Kürdân".
Böyle güzellikleri son anda fark edenlerden mi olacağız?