Herkesin gördüğü, kimsenin farketmediği cinayet

Cürüm tarihi 16 Mayıs 2000; cürüm mevkii Hürriyet gazetesinin 3. sayfası; cürümün nev'i: vahim derece Türkçe yetersizliği ve cehalete rağmen gazetecilikte ısrar.

Kupürü kesmektense sayfayı olduğu gibi yırtıp sakladım; neredeyse on günden beri çantamda gezdirip duruyorum. Kısmet bugüne.

Haberin başlığı kimseyi yanıltmasın: "Cüppeli'nin Hazinesi". Deprem hakkında vaaz ederken galât yorumlarda bulunan Cüppeli Ahmet Hoca nâmıyla mâruf kişinin evinde yapılan aramada bol miktarda tarihi eser bulunmuş; haber bu.

Şimdi habere yakından bakalım:

1— "Bazılarına paha biçilemiyor" başlıklı resimaltını okuyoruz: "Cüppeli Ahmet'in evinde ele geçirilen 70 parça tarihi eserler..." Milletçe yediden yetmişe sabah—akşam İngilizce çalışmanın semeresi nihayet müşahede olunuyor; "70 parça tarihi eserler..." tamlamasını tertib etmek için kimbilir kaç "kur" geçmek gerekiyordur?

2— Haber metninin ilk satırlarından bir alıntı: "..aralarında 9'uncu yüzyıldan 18'nci yüzyıla kadar uzanan Kuran—ı Kerim'lerin, Hazret—i Adem'den Sultan İbrahim'e kadar uzanan el yazması secerenin de bulunduğu..."

Cümlede "uzanmak" fiilinin öznesi Kur'an—ı Kerim'dir ve İkinci Bahar dizisinde Ali Haydar'ın Amerikalı garsonu Timothy bile bu fiili böyle berbat şekilde tasarruf etmez. Şecere'nin "secere" olarak yazılması ise mürettip hatasından ziyade bilgi hatasıdır.

3— Patlama spotuyla süslenen bitişik sütunda "Neler var" başlığı altında ele geçirilen tarihi eserlerin listesi verilmiş. İnceleyelim: "17. yüzyıl Osmanlı Dönemi'ne ait İznik çinisi". Bu ibareden Osmanlı dönemine ait olmayan İznik çinilerinin de mevcut olduğu anlaşılıyor ki mühim bir keşiftir!

4— Yine aynı yanlış; "Hicri 1053 tarihli Hazret—i Adem'den Sultan İbrahim'e kadar olan secere". Şecere ikinci defa "secere" olarak yazıldığına göre demek ki mürettip kusuru değil, ayrıca "kadar olan" ibaresindeki "olmak" fiilinin kötü tasarrufuna dikkat. Editör, bu ibareyi İngilizce'ye çevirdiğinde "olmak" fiilini asla kullanamayacağını farkedecek ve hazin hazin ağlayacaktır.

5— "1330 tarihli talik hatla yazılmış levha kitapçığı". Bugüne kadar "levha kitapçığı" diye bir sanat nesnesi ne duydum, ne işittim. Levha mı, kitapçık mı? Levha kelimesi kendiliğinden büyük ebad çağrıştırır. Kitapçık ise küçük ölçekli kitaplara verilen isimdir. "Levha kitapçığı", sanat tarihi mütehassıslarının ufkunu açacak cinsten yeni bir form olsa gerek!

6— "Ebu—Suud tarafından yazılmış Kuran tevsiri". Tefsir kelimesini "tevsir" diye okuyan uzman, kitabın Ebu's—Suud Efendi tarafından kaleme alındığını nereden anladı acaba?

7— Daha beteri var: "Divan—ı hafız tarafından 18'inci yüzyılda yazılmış beyitler kitapçığı". Hangisini düzeltelim? Hâfız Divânı'nın kasdedildiği âşikar fakat "Divan—ı hafız", burada sanki Çorumlu Mehmet Hafız gibi müellif ismi olarak zikrediliyor. Edebiyat tarihçileri uyumayınız; eğer 18. yüzyılda yaşamış bir Divan—ı hafız var ve siz bugüne kadar bu şahıstan bîhaber iseniz iki elim yakanızdadır!

"Beyitler kitapçığı" ise "levha kitapçığı"ndan sonra, sanat tarihine armağan edilen ikinci formdur ve eminim ki bu yeni keşif sevgili dostumuz İskender Pala'nın bile bugüne kadar hiç duymadığı bir tuhfedir; bundan böyle hangi kitabın "Divan", hangisinin "beyitler kitapçığı" olduğu hakkında yeni dikkatler geliştirilmesi zaruri görünmektedir.

8— "19. yüzyıla ait haftalık dua kitabı". Bazı okuyucuların burada artık makaraları zaptedemediğini görür gibi oluyorum ama lütfen kemâl—i ciddiyetle devam edelim; bu bilgi, bize dua kitaplarının yüzyıllara göre tasnif edilebileceğini ve yılın her haftası için ayrı bir dua kitabına müracaat etmek lüzumunu hatırlatmaktadır. Bu durumda günlük, aylık, mevsimlik ve hatta saatlik dua kitaplarının varlığı da akla geliyor ki onların keşfini dahi — bi zahmet— editörden bekliyoruz!

9— "Fatih Sultan turalı Hicri 855 tarihli, saltanat tarafından istimlak edilmiş yer tapusu". Efendim "tura" değil tabii, "tuğra". Tura, malum olduğu üzre madeni paraların değer bildirmeyen öteki yüzüne verilen isimdir. Peki, istimlak edilmiş yer tapusu" ne demek? Eğer tapu ise istimlak kaydının senette değil kütükte yer alması gerekir. Tapu değilse istimlak kaydıdır. Sakın bu "istimlak edilmiş yer tapusu", aslında bir "ferman" olmasın?

10— "Hazreti Muhammet ve dört halifenin kısa vasıflarını anlatan, Allah'ın isimlerinin yazılı olduğu ahşap levha (Hille—i Şerif)". Aynen böyle. Düzeltmeğe hâcet var mı? Bir, "Hille" değil, "Hilye". İki, "kısa vasıf" denmez, "kısaca vasfedilen" denir. Üç, Hilye peygamberin vasıflarının anlatıldığı levha formudur. Dört, Allah'ın isimlerinin nakşedildiği levha cinsine Hilye değil, "Esmâ—i hüsnâ" ismi verilir. Beş, hilyelerde dört halifenin vasfı geçmez.

11— "İki adet kaçak Türkmen halısı". Bir halının nasıl kaçak vasfı taşıdığını anlayamadım. Zâhir faturası olmadığı içindir. Kıssadan hisse: Siz siz olunuz zinhar evde faturasız halı bulundurmayınız!

Şöyle düşünelim: Bu derece ürkütücü anadil ve bilgi yanlışıyla mâlûl bir haber, diyelim ki Washington Post'ta veya Frankfurter Allgemaine Zeitung gazetesinde yayınlanabilir miydi? Bu sualin cevabı, basın dünyamızın gerçek meseleleriyle ilgilenenler için yakıcıdır fakat problem, basın dünyamızla sınırlı değildir. Bu ülkede kaldırımdan akademiye, pazardan entelektüel mahfillere kadar hemen her yerde bu kabil lisan ve kültür cinayetleri işlenmekte ve gariptir ki "cinâyet"i kimse görmemektedir.

Sadede gelelim; haberin altındaki iki muhabirin adını zikretmiyorum çünkü bu kadar fâhiş hatâyı küçücük bir metne sıkıştırmak, iki delikanlının üstesinden gelemeyeceği kadar mârifet istiyor. Tahminimce hatâ dizisi, polis operasyonundan sonra bulunan tarihi eserlerin teşhisi esnasında başladı. Alelacele celbedilmiş eski yazı okumayı bilen bir "eksper"in, ayaküstü okumalarını ciddiye alan emniyet güçlerinden başlayan hata zinciri, editör masasında duraklamadan olduğu gibi gazete sayfalarına geçmesiyle sonuçlandı. Muhabir bilmeyebilir ama editörün mâzereti yoktur. Ne var ki bu vahim tablo, sadece bir editörün gafletiyle izah olunamayacak kadar geniş çaplıdır; öyle olmasaydı aradan geçen on gün zarfında Hürriyet gazetesinin faks ve telefonlarının protesto mesajlarıyla kilitlenmesi ve gazete yönetimi tarafından "okuyucularımızı eksik ve yanlış bilgilendirdiğimiz için özür dileriz" yollu bir mazeret ilanının yayınlanması beklenirdi. Hiçbiri olmadı. Bu hacâlet tablosunun müteselsil sorumluları sırayla ayağa kalkacak olsa, belki bütün Türkiye'nin "Meksika dalgası" gibi yerinden kımıldaması gerekecektir ve bu haber metni, Türkiye'de gazetecilik veya editörlük yapmak için aslında genel kültüre hâcet olmadığının ve daha güzeli Türkçe bilmeye lüzum kalmadığının ibret vesikasıdır. Bir cinayet işlendi; yüzbinlerce insan cinayeti gördü fakat kimse bu fiilin bir cinayet olduğunu farkedemedi.

Kahredici olan işte bu nüktedir.


Kaynak (Arşiv)