Her şirket, biraz tarikattir
Medeniyet şifrelerinin, kültür kodlarının cahili topluluklar, "fil"i tarif ederken işte aynen böyle davranırlar; kimine göre kuledir, kimine göre yelken. Prisma diye bir teşekkülden bahsediliyor; şirket mi, tarikat mi? Gerçekte ne idüğünün ehemmiyeti yok.
Manevi ihtiyaçlarını târif edecek tâkât ve vakit bulamamış insanların belli bir yaşta tıkanıp kalmaları, kendiliğinden bir sektör haline geldi. İtham kasdıyla söylemiyorum, laikliği şahsi bir hayat felsefesi zanneden çevrelerde giderek yaygınlaşan bir belirti (symptom) bu. Fıtraten manevi disipline karşı yılgın insanlarda da görülüyor: Günün birinde tabiatlarında bir eksiklik, bir tamamlanmamışlık hissine kapılıyorlar ve telafi mekanizması çalışmaya başlıyor, "siz beni ne zannediyorsunuz, babaannem evde bazen Kur'an okur, namaz kılardı; başı da örtülüydü" sözlerine mânidar bir sıklıkla şahit olmamız tipik bir itiraf biçimidir meselâ. Yakın dost ve akrabanın cenâzelerini, cami avlusunun dışından seyredenlerde de benzer yürek ezintileri kıpırdamaya başlar; ne içeri girip cemaate katılacak kadar kararlı, ne de oraya kadar gelmeyi saçma bulacak kadar cesur; el menzilet ü beyn'el menzileyeteyn! Kat'iyyen, ne ayıplıyor ne de kınıyorum; herkes kendi hayatını yaşar ve sorumluluğunu üstlenir; hayat felsefesine tutarlı bir izah getirenlere ancak saygı duyulur ve tercihleri anlayışla karşılanır. İşte sözünü ettiğim sektör, "müşteri profili"ni iki menzil arasında bir yerde duraksayan zümreye göre biçimlendirmiştir. Genel ahlâka aykırı olmamak ve vergisini ödemek kaydiyle benim için mahzuru yok meselâ. Herkesin dini kendine; "leküm diniküm ve liye din".
Dünün dünyasında tarikatler de aynı hizmeti ifâ ederlerdi; tam tamına "kişisel gelişim" dedikleri şey. Dinibütün yaşamak için İslâm'da bir tarikate kapılanmaya hâcet yok ama bazı insanların bir nefis disiplini edinmek için bir "kişisel gelişim" programına yazılmak ihtiyacı hissetmesi gayet tabiidir. Prisma şirketinin tehlikeli işler yaptığını imâ eden birisi diyor ki, "genel müdürlere tuvalet bile temizletiyorlardı". Adı üstünde "kişisel gelişim" bu, evvelâ nefsini tezkiye edeceksin. Yunus Emre'yi Tabduk'un dergâhına yıllar boyunca odun taşırken tasavvur etmek hayalhânemizi rencide etmiyor; demek ki bazı genel müdürlerin azmanlaşan egolarını terbiye etmesi için tuvalet temizlemesi gerekiyormuş; tercihe bağlı bir şey (ben aynı ihtiyacı ara sıra mutfakta bulaşık yıkayarak yerine getiriyorum meselâ).
Cumhuriyet'in ilânından hemen sonra tekke ve zâviyeleri kapattık. İçlerinde şüphesiz faaliyetten men edilmeye müstehak kertede zıvanadan çıkmış olanlar yok değildi ama tekke ve zaviyelerin "sedd"indeki ideolojik kaygı, inşâsına çalışılan yeni halk kültürünün, İslâm kültüründen bağımsız olması arzusuydu. Türk dilinin restorasyonu da aynı endişe ile izah edilmelidir bana göre. Tekke ve zâviyelerde tasavvuf merkezli bir eğitim programı uygulanmaktaydı. Eğer insanları bir hedef doğrultusunda eğitecekseniz tasavvuf veya ona benzer bir doktrine yaslanmanız kaçınılmazdır. "Şirket ruhu" denilen şey, tasavvufun biçim ve anlam değiştirmiş hali ama neticede aynı fonksiyon. Japonların sabah mesaisinden evvel işletme bahçesindeki şirket bayrağının altında toplanarak şirket marşını hep bir ağızdan okumaları, firmanın duvarlarına şirket ruhunu aksettiren vecizelerin yazılması da aynı cümleden şeylerdir. Bugün süpermarketlerde bile giriş kapısından başlayıp kasiyer kızlara kadar uzanan bir süpermarket mistisizmi telkin edilmekte olduğunu fark etmiyor musunuz? Tasavvuf, mistisizm veya şirket ruhu; insanları tek hedef etrafında organize etmek için doktriner bir özden hareket etmeniz kaçınılmaz.
Seddedilen tekke ve zaviyelerin saded dışı faaliyetlerde bulunmasını pratikte denetleyen mekanizma makam"ı meşihat idi; bugünün "tekke ve zaviyelerini" ise ticaret kanunu ve genel ahlâk denetliyor. Bu kuruluşların eğitim fonksiyonunu göz ardı edemezsiniz. Eğitim hizmetlerine devlet devâsâ bir kadro ve bütçe tahsis ediyor; her şirketin, kurumun özel eğitim ihtiyacı var ve her eğitim programının doktriner bir özü. ABD'de, daha şimdiden başkanlık bürokrasisini bile etkisi altına aldığı iddia edilen yüzlerce yeni din (veya manevi disiplin, tarikat, mezhep vb.), son derece etkili kapitalizmle ruhunu kaybetmiş kilise arasında bunalanların icad ettiği müthiş bir endüstri görüntüsüdür. Bizde de eksik değil elbette. Yakınlarda yine Hindistan'dan bir "guru" gelip, kendine hedef arayan yüksek gelir grubuna ayak suyunu içirecektir; geçen sene böyle olmuştu meselâ.
Her şirket bir miktar tarikattir. Tarikat dediğiniz şey ise, daha önce birinin çizdiği yolda yürümek isteyenlerin topluluğu. Bunlar tabii ve sıradan işler. Sıradan olmayan şey, insana mânevi ihtiyaçları hakkında yüksek şuur verecek esaslı bir seviye kazandırmaktır çünkü bu ihtiyacın izâlesi mümkün olmuyor; "şekil A"da gördüğümüz de budur zaten!