Henüz ağzı mühürlü bir hazine: Evliya Çelebi Seyahatnamesi

Seyahatname sadece Evliya"nın gezip gördüğü yerleri bir sanat tarihçisi hassasiyeti ile tasvir edip bir tezkireci dikkatiyle kayda geçirmesiyle kalmıyor, XVII. yüzyılın Osmanlı dünyasına dair hemen herşeyi naklederek benzerine çok az rastlanır bir hazine teşkil ediyor.

Evliya Çelebi"yi nasıl bilirsiniz? Elcevab; nereden bileceksiniz? Ukâlalık ettiğimi düşünmenizi istemem zira Evliya Çelebi Seyahatnamesi"nin aslına en sâdık baskısı şu anda devam etmektedir. Yapı Kredi Yayınları tarafından bugünlerde 6. cildi yayınlanan bu muazzam klasik, "seçmeler" adı altında yapılanlar dahil, transkripsiyon ve tercüme hatalarıyla dolu güvenilmez baskıları haricinde gerçek okuyucusu ile henüz karşı karşıya gelmemiştir.

"Klasiklere dokunmak" başlıklı yazımda okuyucu ile bizim klasiklerimiz arasında muhtelif engeller bulunduğu, en çetin engelin ise dil meselesi olduğundan bahsetmiştim. YKY tarafından yayınlanan Evliya Çelebi ciltleri, ciddi usullerle çalınan bir uzmanlar topluluğu tarafından hazırlanıyor; bugüne kadar yapılan yeni harfli baskılar içinde en güvenilir olan neşir. Ne var ki büyük ebatta hazırlanan ciltlerden birini alıp da köşe minderine çekilerek Seyahatnâmenin zevkine varmak, standart Türk okuyucusu için hiç de kolay değil. Evliya Çelebi"nin dili, yaşadığı devrin alışıldık lisan üslubundan çok daha farklı ve zengin. Her aradığınız kelimeyi lugâtte bulamayabilirsiniz; üstelik bu seyahatnamenin transkripsiyonunda (yani aslına sadık şekilde -ses değerlerini vurgulayarak- bugünün alfabesine aktarılmasında) Evliya"nın neredeyse bütün doğu ve batı dillerinden, mahalli ağızlardan yaptığı iktibaslar ve özellikle yer isimleri büyük güçlükler çıkarıyor. Ama yine de Evliya Çelebi"nin dilinden tat ve mânâ süzmek imkânsız bir gayret değil, zira Evliya Çelebi bazen yaşadığı bir hadiseyi hikâye ettiğinde daha sade bir üslûba yönelmesini de biliyor.

Yeri gelmişken bir küçük tenkidimi yayıncıların dikkatine sunmak isterim; bu itinalı ve emekli baskıda maalesef, anlatılan yerlerin haritasını yayınlamak unutulmuş; halbuki büyük ölçekli paftalar kullanılmak suretiyle eski yer isimlerinin bugünkü karşılıkları da vurgulanmak suretiyle okuyuculara emsalsiz bir hediye, eski yer isimleriyle mufassal bir Osmanlı coğrafyası etüdü sunulabilirdi. İnşaallah müteakip baskılarda tamamlanır diyerek sizlere Evliya Çelebi"nin bizzat gördüğü ve yaşadığı garip ve ilginç bir vak"ayı özetleyerek aktarmak istiyorum.

Ve min"el acaib ü garibe

Sene 1651 olmalıdır. İstanbul"da artık alışıldık hale gelen iktidar kavgalarından biri daha yaşanmaktadır. İktidar kavgasına girişen paşalardan biri mücadeleyi kaybedince maiyetindeki askerler can derdine düşüp İstanbul"u terkederek Adapazarı"na doğru kaçmaya başlarlar; buna mukabil İstanbul"da duruma hâkim olan Melek Ahmet Paşa maiyetinden Abdullah Paşa komutasındaki kuvvetler adı "Celâli"ye çıkmış mağlupları takibe başlarlar ve "Gekbezi" (tahminen Gebze olsa gerek) civarlarında kıstırırlar. Vakit gecedir. Evliya"nın da aralarında bulunduğu bir grup asker keşif görevi için Celâli mevzilerine yaklaşırlar. Celâliler ağaçlık bir yerde etraftan habersiz istirahat etmektedir. İçlerinden birisi istirahat edenlerin arasından ayrılarak atının yanına gelir ve bineğini tımar ederken "savt-ı hazîn" ile bir mâni söylemeye başlar:

"Eyle mi hâlim felek

Dil bilmez zâlim felek

Kesipsen can bağçesinden

İki nihâlim felek"

Mâninin güzelliği, hadiseyi sessizce gözlemekte olan Evliya"yı etkiler. Meçhul asker bir başka mâniye başlar,

"Baba kitab ile sen

Ohı ki tâ bile sen

Bunda bir iş galan

Sinde yatabilesen"

ve ardından bir mâni daha,

"Lelenin dünyasına

Aldanmadın ya sına

Dünya menim diyenin

Gitmiştik dün yasına"

Asker, yanık sesiyle okuduğu bu mânilerin (ki Kerkük hoyratları ile aynı edebi özellikleri göstermesi sizin de dikkatinizi çekmiş olmalıdır) tesirinde kalarak ağlamaya başlar ve uyumakta olan arkadaşına seslenir,

-Ey Ali can kalk! Ne çok yatarsın, sabah karîbdir. Cümle kurd, kuş ve koyun ve benî Adem seherin kalkub rahmet kapuları açık iken dua edüb kimi dünyâ kimi âhiret ister. Kalk ey gök bahtlı, biz seninle şehidlik isteyelim". Bunun üzerine arkadaşı uyanır, "Hayr ola Veli" diyerek gördüğü rüyayı anlatmaya başlar. "Şimdi bir düş görürdüm. Elimde bir yanmış mum var idi. Sen benim elimden mumu alup püf deyüp söndürüp başım ol mum ile urup başım yardın. Sandım ki başım kesdin" deyince Ali, "Hayr ola, ben bu gice huzur edemeyüb kalkdım, atçağızım tımar ettim. Sen de atını eğerle, sabah yakındır" cevabını verir.

Evliya, "Bunlardan gayrı uyanıh kimesne yok idi" diye kaydediyor. Keşif kolunu teşkil eden yedi sekiz askerle birlikte tekrar birliğine dönen Evliya, düşmanın gafil halde uyumakta olduğunu oradakilere anlatır ve bu garip hali düşünmeye başlar. Seher vakti erişince İstanbul"dan gelen kuvvetler, Celâlilere baskın verir ve gafil halde uyuyan isyancıların çadırlarını başlarına yıkıp, kimi çıplak, kimi başının derdine düşüp paniğe uğramış Celalileri kılıçtan geçirmeye başlarlar.

O esnada Evliya, geceleyin gizlice seyrettiği iki delikanlının eğersiz ve yularsız atları üzerinde belden yukarıları çıplak halde kılıçlarını çekerek döğüştüklerini ve Evliya Çelebi"nin taraf olduğu askerlerden üçünü vurduklarını görür, "Meğer şecî yarar yiğitler imiş" demekten kendini alamıyor Evliya Çelebi burada. Ne var ki kavga uzun sürmez ve iki yiğit az sonra kılıçtan geçirilerek şehid olurlar. Evliyâ, bu garip hikâyeyi kendi diliyle şöyle bağlıyor:

"Aceb sırdır kim mâni okudukta, "kesipsen can bağçesinden/ iki nihâlim felek" dediği ikisi şehid olması imiş. O biri vakıasında, "elimdeki mumu söndürüp başıma urup başım düşdü zannettim" dediği va"kıa vaki olub rûhı çerağı sönüp kellesi galtân olması imiş." Söz gelişi değil, greçekten hazine

Seyahatnamenin 3. cildinin 160. sayfasından naklettiğim bu hadise, diğerlerine nisbetle âdeta deryadan damla gibi; Seyahatname sadece devrin mühim hadiselerini, Evliya"nın gezip gördüğü yerleri bir sanat tarihçisi hassasiyeti ile tasvir edip bir tezkireci dikkatiyle devrin kayda değer kişileri kayda geçirmesiyle kalmıyor, XVII. yüzyılın Osmanlı dünyasına dair bildiği, gördüğü ve işittiği hemen herşeyi naklederek benzerine çok az rastlanır bir hazine teşkil ediyor. Hemen belirtmeliyiz ki Evliya Çelebi"nin görüp anlattığı tarihi hadiseler, bir tarih şehadeti olarak henüz ciddi bir araştırmaya konu teşkil etmemiştir. Bilebildiğim kadarıyla elimizin altındaki bu müthiş hazineden şimdilik sadece şehir ve sanat tarihçileri kısmen istifade edebilmektedir; eserin tarihi, edebi, sosyolojik, siyasi, etnografik yönleri bâkir bir saha gibi araştırmacılarını bekliyor. Yapı Kredi Bankası"na bu emsalsiz kültür hazinesini yeni okuyuculara kazandırdığı için binlerce şükran borçluyuz; kezâ eseri, aslına en sâdık şekliyle yayına hazırlayan ve isimlerini tek tek saymaya imkân bulunmayan ilim adamlarına da minnet borçluyuz.

ALINTI:

KAMYON YAZILARI:

* Gönlünde yer yoksa bana güzelim; farketmez ben ayakta da giderim.

* Bir sana, bir de sabah uykusuna hastayım.

* Karayollarında değil, senin beyaz kollarında öleyim.

* Vur kalbime hançeri, yüreğim parçalansın; fazla derine inme, çünkü orda sen varsın.

* Rampaların ustasıyım, gözlerinin hastasıyım.

* Öyle birini sev ki, sen ölünce o hiç yaşamasın.

* Yollar gidişime, kızlar duruşuma hasta.

* Burma burma bıyıklarım, Tarkan seni ayıklarım.

SÖZ:

"Kötümser yalnız tüneli görür, iyimser tünelin sonundaki ışığı görür, gerçekçi tünelle birlikte hem ışığı hem de gelecek treni görür.

J.Harris


Kaynak (Arşiv)